27 Şubat 2018 Salı

İnternet Yoluyla Hakaret Suçu!

İnternet, milyonlarca bilgisayar sisteminin birbirine bağlı olduğu, dünya çapında yaygın olan ve sürekli büyüyen bir iletişim ağı haline gelmiştir. Bu nedenle de dünya çapında ağ olan (world wide web -www) internet ulaşımı ve paylaşım olanağı kimi bilişim suçlarının ortaya çıkmasına neden olduğu gibi hakaret gibi klasik bazı suçların işlenişini de değiştirmiştir.
Herşeyden once internet bağlantısı günümüzde sabit olmayan –taşınabilir (mobil) cihazlarla birçok yerden çok kısa bir sure içinde sağlanabilmektedir. Bu nedenle elektronik ortamda çok kolaylıkla ve hızlı biçimde birden çok kişiye karşı hakaret suçu işlenebilir. Bu durumda karşılaşılacak temel sorun failin, suçun işlendiği zamanın ve suçun işlendiği yerin tesbitidir.

İnternet yoluyla yapılan hakaretler de mağduru doğruca hedef almışsa örneğin bir elektronik mektup (e-mail) ya da internet bağlantısı üzerinden sağlanan bir telefon konuşması (örneğin messenger, skype) sırasında mağdura hakaret edilmişse huzuda hakaret; mağdura hakaret içeren bir elektronik postanın üçten fazla kişiye ayrı ayrı ya da yönlendirme (forward) biçiminde gönderilmesi halinde
ise gıyapta hakaret söz konusu olacaktır. 

Fail, internet olanağını kullanarak, örneğin birkaç kişiye birden hakaret eden bir elektronik postayı bu kişilere gönderdiğinde birden çok mağdur söz konusu olacak ancak bu durumda zincirleme suç hükümleri söz konusu olacaktır.

Hakaret suçu esasen ani bir suç olup kesintisiz biçimde işlenmesi çok zordur. Ancak sürekli yayın yapan bir web sayfasında (bir haber sitesi ya da facebook benzeri bir kişisel sayfada) hakaret içerekli yayının sürdürülmesi halinde kesintisiz bir suçtan söz etmek gerekecektir. 

Örneğin A’nın B’ye hakaret etmek için kurduğu ve bir çok kişinin sayfa içeriğini görebildiği blog ya da web ya da facebook sayfasında B’ye yönelik aşağılayıcı ifadelerini haftalarca kaldırmaması halinde hakaret süreklilik gösterecektir. Ancak bu durumun pratik sonucu ve önemi, şikayet süresi ile dava zamanaşımının başlangıcının belirlenmesi açısından söz konusudur. 

Hakaret Suçu!

5237 sayılı TCK m. 125-131 arasında düzenlenmiştir. Şeref, bireyin toplum içinde diğer kişiler nezdindeki saygınlığını ifade eder.

Hakaret etmek; 
Kişilerin birey olmaktan kaynaklanan ve diğer kişiler nezdinde sahip oldukları sosyal değerin yok sayılması ve kişiliklerinin değersizleştirilmesidir.Kişilerin saygınlıklarını zedeleyebilecek söz ve davranışlar, belli bir somut durum ya da olgunun isnat edilmesi suretiyle olabileceği gibi genel ve soyut nitelikteki söz ve davranışlarla da işlenebilir. Hakaret, mağdurun huzurunda işlenebileceği gibi, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle de işlenebilir. Mağdurun hakaret fiilinin işlendiği yerde bulunmadığı, hakarete bizzat muhatap olmadığı durumlarda da mağdurun saygınlığı başka kişiler nezdinde zedelenmiş olacaktır. Ancak mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi şartı Kanun’da aranmıştır.

Hakaret suçu kasten işlenebilen suçlardandır. Gerçek kişilerin bu suçun mağduru olabileceklerine dair herhangi bir tartışma yoktur, ancak tüzel kişilerin de bu suçun mağduru olup olamayacağı tartışmalıdır. Düşünceyi açıklama ve eleştiri, basının haber verme hakkı, dilekçe ihbar ve şikayet hakkının kullanılması, idari ve adli merciler önündeki iddia ve savunmalar bu suç açısından başlıca hukuka uygunluk nedenleridir. 

Suçun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi;
Kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi; karşılıklı olarak işlenmesi halleri cezayı azaltan veya kaldıran şahsi nedenler olarak düzenlenmiştir. 

TCK m. 125’te “bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi” denilmiştir. Hakaret suçunun faili herhangi bir gerçek kişi olabilir ancak tüzel kişiler bu suçun faili olamazlar. Bir tüzel kişiyi temsil ve idareye yetkili olanların işledikleri hakaret fiillerinden dolayı sadece bu fiilleri işleyen gerçek kişiler sorumlu olabilir. Gerçek kişinin hakaret suçundan dolayı sorumlu tutulabilmesi ise ceza ehliyetinin (isnat yeteneğinin) bulunmasına bağlıdır. Akıl hastalığı, yaş küçüklüğü geçici bir nedenin varlığı nedeniyle davranışlarını yönlendirme yeteneği olmayan kişiler hakaret suçunun faili olsalar bile cezalandırılmaları olanaklı değildir. Diplomatik dokunulmazlıktan, yasama dokunulmazlığından yararlanan kişiler de bu suçun faili olabilirler ancak bağışıklıkları nedeniyle yargılanamazlar.

Mülga TCK m. 251’de “Bir memur vazife esnasında bir kimse aleyhine bir cürüm işlerse kanunda yazılı olmıyan hallerde o cürme kanunen terettüp eden ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.” denilerek kamu görevlisinin görevini yaptığı sırada kişilere hakaret etmesi halinde ceza artırılmaktaydı. 5237 sayılı Kanun bu yönde bir ayrıma gitmemiştir. Failin kamu görevlisi olması, suçun ağırlatıcı nedeni olarak düzenlenmemiştir.

Hakaret suçunun basın yoluyla işlenmesi halinde failin belirlenmesi ve cezai sorumluluğun esasları 5187 sayılı Basın Kanunu’nda düzenlenmiştir. Cezai sorumluluk başlıklı m. 11’e göre, “Süreli yayınlar ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi sorumludur. Süreli yayınlarda eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkûm olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde, sorumlu müdür ve
yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı gibi sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili sorumlu olur. Ancak bu eserin sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin karşı çıkmasına rağmen yayımlanması halinde, bundan doğan sorumluluk yayımlatana aittir. 

Süresiz yayınlarda eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında olması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkûm olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde yayımcı;

Yayımcının belli olmaması veya basım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında olması nedeniyle Türkiye’de yargılanamaması hallerinde ise basımcı sorumlu olur.” Basın kanunundaki bu hükümler Anayasa m. 38’de öngörülmüş olan suç ve cezaların kişiselliği ilkesine aykırı olduğu için eleştirilmektedir.
Öte yandan, basın ve yayın alanında faaliyet gösteren yayımcı ya da basımcının tüzel kişi olması mümkündür. Hakaret suçunun basılmış eser yoluyla işlenmesi halinde, yayımcı ya da basımcının tüzel kişi olması durumunda tüzel kişinin cezai sorumluluğunun devam ettiğini kabul etmek gerekecektir.Ancak “Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz” diyen TCK m. 20 karşısında tüzel kişiye ceza verilemeyecektir. Tüm bu nedenlerden dolayı Basın Kanunu’nundaki düzenlemelerin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Hakaret suçunun mağduru herhangi bir kişi olabilir. Herhangi bir kişi kendisine saygı duyulmasını beklemek hakkına sahiptir, çünkü modern hukuk düzeni herkesin birey olarak kişilik haklarını ve saygınlığını korur. Bireyin kendisine olan saygınlığını yitirmiş olması, kendisini değersiz görmesi halinde de bu kişiye yönelik hakaretler suç teşkil eder. Ancak mağdurun şikâyetçi olmaması halinde soruşturma ve kovuşturma yapılamaz. Politikacıların, sanatçıların, bilim adamlarının yanı sıra sosyal hayatta tanınmayan bireylerin de saygınlığı vardır. Çünkü cezai düzen, hakaret suçu açısından mağdurların sosyal konumlarına göre bir ayrıma gitmeyerek tüm bireylerin saygınlığını korumaktadır. Gerçek hayat bunun tersine olsa da evsizlerin, dilencilerin de bu suçun mağduru olabileceğini kabul etmek gerekmektedir. Ancak mağdurun toplumsal saygınlığı, tanınmışlığı tazminat hukuku açısından farklı sonuçlar doğuracaktır.

İsnat yeteneği olmayanlar ve küçükler de kendilerine yöneltilen hakaret fiilini idrak edip anlamasalar da hakaret suçunun mağduru olabilirler. Çünkü bu kişilerin de diğer insanlara karşı saygınlıklarının korunması gerekir. Bu nedenle yaşı, hastalığı, akıl hastalığı, fiziksel engeli gibi bir nedenden dolayı hakaret fiilini anlayamayan, idrak edemeyen kişiler de hakaret suçunun mağduru olabilirler.

Akıl hastası ve çocukların mağdur olduğu durumlarda şikayet hakkını bu kişilerin kanuni temsilcileri kullanabilecektir. Hukuk düzeni herkesin toplum içinde bir saygınlığının olduğunu kabul ederek bütün kişilerin saygınlığını diğer kişilere karşı korur; bu nedenle kamuoyunun değersiz olarak gördüğü ve toplum içinde saygı duyulmayan kişiler de suçun mağduru olabilirler.

Ölüler hakaret suçunun mağduru olamazlar, çünkü ölümle kişilik son bulmakta ve ölü, hukukun süjesi olmaktan çıkmaktadır.Ancak ölü hakkında söylenen sözler ve cesedine yönelik davranışlar, ölünün yakınlarının saygınlığına saldırı niteliğinde olabilir. Bir ölünün hatırasına yönelik hakaret fiilinde esasen ölünün yakınların-saygınlığını korumak amacıyla “Kişinin hatırasına hakaret”17 başlıklı TCK m. 130/f.1’de “Bir kimsenin öldükten sonra hatırasına en az üç kişiyle ihtilat ederek hakaret eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde, altıda biri oranında artırılır.” denilmiştir. Ölünün hatırasına hakaret fiilinin cezalandırılabilmesi için suçun en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmiş olması koşulu aranmıştır.

Bilindiği gibi kanunlar genel ve soyut olup belli bir kişiye yönelik düzenlemeler getiremezler. Bunun hukukumuzdaki istisnalarından biri Mustafa Kemal Atatürk’ün hatırasını korumak amacıyla çıkarılmış olan 31/07/1951 tarih ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun’dur. Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu Kanun’un 1. Maddesine göre, “Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye  bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.” Bu kanunla korunmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurucularından olması nedeniyle Atatürk’ün saygınlığıdır. Hakaret suçu esasen şikâyete bağlı bir suç olmasına rağmen bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen takibat yapılır.

Hakaret suçunun varlığı için mağdurun isminin mutlaka söylenmiş, isnadın açıkça belirtilmiş olması gerekmez; önemli olan mağdurun belirli veya belirlenebilir olmasıdır.Matufiyet olarak da ifade edilen bu durumda önemli olan hakaretin kime yöneldiğinin tesbit edilebilir olmasıdır. 

Mağdurun belirlenmesi başlıklı TCK m. 126’da, “Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.” denilmek suretiyle bu husus vurgulanmıştır. Kimi durumlarda mağdurun isminin baş harflerinin, yaptığı ve kamuoyunca bilinen işinin belirtilmesi yeterli olabilir. 
Örneğin “şarkıcı minik serçe” ifadesi ile Sezen Aksu’nun, “karakartal” ifadesiyle Beşiktaş Spor Klubü’nün, “12 dev adam” ifadesiyle Basketbol Milli Takımı’nın ifade edildiği kamuoyunda duraksamaksızın anlaşılır. Bunun yanısıra belli bir tarihte belli bir görev veya mevkide olan kişinin de adının belirtilmesi gerekmeden sadece makamının, işinin belirtilmesi hakaret fiilinin hedefinin belirlenmesini sağlayabilir. 

Örneğin A partisinin genel başkanı, B bakanı, C şirketinin sahibi, milli futbol takımı kaptanı, vs. ifadelerinin kimi işaret ettiği bellidir. Örneğin failin apartman içinde “Bu apartmanın yöneticisi hırsızdır”, Fakülte önünde “Bu Fakültenin dekanı aptaldır”diye bağırması hallerinde kimin hedef alındığı açıktır. Faille mağdurun birleşmesi söz konusu olamaz. Bu nedenle failin kendisinden
de söz ederek “X partisine oy veren bizler aptalız”, “Benim gibi X sendikasına üye olan herkes salaktır”, “Buraya geldiğimize göre hepimiz aptalız” biçimindeki ifadeleri hakaret suçuna vücut vermez. Mağdura doğruca hakaret edilmiş, hakaret fiilinin doğrudan faili hedef almış olması da gerekmez. Dolaylı hakaret de denilen durumlarda bir kişiye yönelik hakaret fiilinin bu kişiyle irtibatlı başka kişilerin de mağdur olması sonucunu doğurabilir. Mülga TCK döneminde hakaret ve sövme ayrımı söz konusu olduğu için Yargıtay, mağdura yönelen hakaretin, koşulları varsa mağdurun yakınları açısından da sövme suçunu oluşturacağı görüşündeydi. 

Örneğin bir kişiye “Senin baban A’yı öldürmek isteyen bir katil” denilerek hakaret edilmesi halinde bu kişinin de; bir dernek başkanına bu görevi nedeniyle “Bu derneğin üyeleri A’nın malına göz dikmiş hırsızlardan oluşan bir topluluktur” biçiminde hakaret edilmesi halinde derneğin üyelerinin; evli bir bir kadına “Sen kocanı B ile aldatan bir zanisin” biçiminde hakaret edilmesi halinde kocasının da bu hakaret dolayısıyla mağdur olduğu; ancak bu kişiler açısından somut bir olgu isnadı söz konusu olmadığı için sövme suçunun oluştuğu kabul edilirdi. 

5237 sayılı TCK’da hakaret ve sövme ayrımına yer verilmediği için hakaret ya da sövme biçimindeki aşağılayıcı ifadelerin doğrudan yöneldiği kişinin yanı sıra dolaylı olarak saygınlığı zedelenen diğer kişilerin de hakarete uğradığı kabul edileecektir. Bu nedenle bir kadına “iffetsiz” denildiğinde kocasının da bir sendika başkanına “haramilerin başı” denildiğinde sendika üyelerinin de hakarate uğradığını kabul etmek gerekecektir. Ancak bu durumlarda mağdur sayısınca ayrı ayrı ceza verilmeyerek TCK m. 43/f.2’ye göre zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır. Bunun yanı sıra mağduru doğruca hedef alan sözler söylemek yerine dolambaçlı ifadeler kullanmak suretiyle, ima veya soru soran ifadelerle hakaret edilmesi de olanaklıdır.
Örneğin iki gazeteci arasında geçen bir tartışma sırasında failin mağdura yönelik olarak söylediği “Herkes sizin hırsız ve yalancı olduğunuzu söylüyor ancak ben öyle düşünmüyorum”, “Sizin için aptal diyenler var ama ben buna katılmıyorum”, “Tabiiki siz aptal biri değilsiniz değil mi?”, “Elbette sizin aptal olduğunuzu söyleyecek kadar saygısız değilim”, “Bu sözleri siz değil de bir başkası demiş olsaydı o kişinin aptal olduğunu düşünürdüm” biçimindeki sözler de hakaret olarak değerlendirilmelidir.Burada önemli olan nedensellik ilişkisinin kesin olarak tesbit edilmesidir. Ancak bir kişiye hakaret edilmesi, bu kişinin mensup olduğu gruba, topluluğa ya da kuruma da hakaret edildiği anlamına gelmez. Örneğin bir avukata hitaben “sen hırsızsın”, bir diş hekimine yönelik olarak söylenen “sen aptalsın” biçimindeki ifade bu mesleğe mensup diğer kişilere hakaret edildiği anlamına gelmez Nitekim AİHM, Grigoriades /Yunanistan kararında mecburi askerlik görevini yapan bir kişinin komutanına gönderdiği hakaret içeren mektuptan dolayı orduya hakaret suçundan mahkum edilmesini Sözleşme’ye aykırı bulmuştur.

http://dergipark.gov.tr/download/issue-file/504

22 Şubat 2018 Perşembe

İş davalarında arabuluculuk!

İş Mahkemeleri Kanunu’nda yapılan yeni düzenleme ile 1 Ocak 2018’den itibaren işe iade davalarında mahkemeye gitmeden arabulucuya başvurma zorunluluğu getirildi. Artık bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda arabulucuya başvurma, dava şartı haline geldi.

KPMG Türkiye Sosyal Güvenlik Hizmetleri Direktörü İsmail Sevinç, 1 Ocak 2018'den itibaren geçerli olan yeni düzenleme ile işe iade davalarında mahkemelerin önce arabulucuya başvurma şartı arayacağını söyledi. Arabuluculuk uygulamasının, mahkemelerin yükünü azaltmayı ve daha hızlı çözüme ulaşmayı amaçladığını belirten Sevinç, yürürlükte olan düzenlemeyi şöyle anlattı:

İş sözleşmesi feshedilen çalışan, mahkemeye gitmeden önce fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade isteğiyle arabulucuya başvurmak zorunda.

Arabulucu görevlendirildikten sonra üç hafta içinde karar verilmesi gerekiyor. Bu süreye zorunlu durumlarda bir hafta ilave edilebilir. Arabuluculuk uygulaması sonunda anlaşmaya varılırsa uzlaşma belgesi düzenlenecek ve taraflarca imzalanacak. Arabuluculuk süreci sonucunda işçi ve işveren işe iade konusunda uzlaşamazsa, arabulucu tarafından son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilecek. Taraflar arabuluculuk sonucu işçinin başlatılmasında anlaşırsa işe başlatma tarihi, tazminat ve maddi haklar ile başlatılmaması hailinde de ödenmesi gereken tazminat miktarı uzlaşma metninde belirtilecek. Arabulucu görüşmeleri sonunda anlaşmaya varılamaması halinde arabulucu tutanak düzenleyecek ve mahkeme başvuru dilekçesinin ekine bu tutanak eklenecek.

FAZLA MESAİ, TATİL ÜCRETİ, TAZMİNAT
İşe iade talepleri gibi, ihbar ve kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti, ücretli izinde maaş, genel tatil ücretleri ve tazminatlar gibi ihtilaflar da öncelikli olarak arabulucuya başvurulması gereken konular arasında yer alıyor.

İŞ KAZASI VE MESLEK HASTALIĞI DAVALARI
İş kazası ve meslek hastalığından kaynaklanan maddi manevi tazminat davaları ve bunlara ilişkin tespit ve rücu davalarında arabulucuya gitmeye gerek yok.

ARABULUCULUK SÜRECİNE DİKKAT
Arabulucunun daveti üzerine taraflardan biri geçerli bir sebep belirtmeden ilk toplantıya katılmazsa ve arabuluculuk faaliyeti sona ererse toplantıya katılmayan taraf, davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulacak. Arabuluculuk sürecine geçerli bir mazeret göstermeden katılmayan işveren, davada haklı çıksa bile yargılama giderlerinin tamamını ödemek zorunda kalacak ve davayı kazandığı halde vekalet ücreti alamayacak. Her iki tarafın da ilk toplantıya katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk faaliyeti üzerine açılacak davalarda tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde kalacak.

UZLAŞMA OLMAZSA MAHKEMEYE
Arabulucuya gitmek zorunlu ama taraflar arabuluculuk süreci sonunda uzlaşmayabilir. Bu sebeple taraflar uzlaşamazsa mahkemeye gidilmesinde herhangi bir engel bulunmayacak. Arabuluculuk görüşmeleri sonunda tarafların anlaşmaya varmaları halinde ise üzerinde anlaşılmış olan hususların taraflar tarafından tekrar yargı konusu yapılması söz konusu olamayacak. Arabuluculukta çözümlenmiş bir konunun tekrar yargı konusu yapılabilmesi için tehdit, hile, cebir gibi taraf iradelerini sakatlayan bir durumun sonradan ortaya çıkması gerekir.

MALİYETİ, DAHA DÜŞÜK
Arabulucu sistemi, mahkeme giderlerine göre daha ekonomik. Dava harcı, bilirkişi ücreti gibi giderler ödenmez. Taraflar arabulucu görüşmelerine katılmışlarsa anlaşma sağlamaları halinde arabuluculuk ücret tarifesi üzerinden eşit şekilde ödeme yapacaklar. Taraflar uzlaşamazsa iki saatten az görüşme süreleri kamu bütçesinden, iki saatten fazla süreli görüşmelerde ise iki saati aşan kısım taraflarca eşit şekilde karşılanacak.

20 Şubat 2018 Salı

Denetimli Serbestlikte Yeni Düzenleme!

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Resmi Gazete'de yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile denetimli serbestlik ve şartlı tahliye hükümleriyle ilgili yeni düzenlemeler yapıldığını açıkladı.

Bakan Bozdağ’ın sosyal medya hesabı Twitter üzerinden yaptığı açıklamalar şu şekilde:

“Resmi Gazete'de yayımlanan 671 Sayılı Kanun Hükümde Kararnameyle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'a eklenen geçici maddeyle 1 Temmuz 2016 tarihine kadar işlenen suçlar nedeniyle mahkûm veya mahkûm olacaklar bakımından iki önemli düzenleme yapılmaktadır.
Birincisi, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 105/A'daki koşullu salıverilmeye dair “bir yıl”, "iki yıla" çıkarıldı.

Buna göre; koşullu salıverilmesine iki yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin cezalarının, koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmı, denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infaz edilebilecektir. Diğer ifadeyle, bir yıl erken tahliye olacaklarıdır.
İkinci düzenleme Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107.  maddesinde düzenlenen koşullu salıvermeye ilişkindir.

107. maddenin ikinci fıkrasına göre, süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiş olanlar, cezalarının “üçte ikisini” infaz kurumunda çekmeleri halinde koşullu salıverilmeden yararlanabilmektedir. KHK’da yapılan düzenlemeyle “üçte ikilik(2/3)"oran,“yarısına (1/2)"ye indirilmektedir.

Buna göre, süreli hapis cezalarına mahkûmlar, cezalarının 1/2'sini infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıvermeden yararlanabilecek. 

Ancak aşağıdaki suçları işlemiş olanlar bu düzenlemenin kapsamı dışındadır. Bu suçlar şunlardır:
a)Kasten öldürme (madde 81,82);
b)Altsoya, üstsoya, eşe veya kardeşe ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumunda bulunan kişiye karşı işlenen kasten yaralama ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçları; 
c)Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar (madde 102,103,104,105)
d)Özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar (madde 132,133,134,135,136,137,138);
e)Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal veya ticareti (madde 188);
f)Devletin güvenliğine karşı suçlar; 
g)Anayasal düzene karşı suçlar;
h)Milli savunmaya karşı suçlar; 
ı) Devlet sırlarına karşı suçlar ve 
i) Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar.
Bu düzenlemenin sonucu ilk etapta kapalı ve açık ceza infaz kurumlarından yaklaşık 38.000 kişi tahliye olacaktır.
Düzenleme, bir af değildir. Koşullu salıverilme tarihine kadar geçecek sürede ceza, dışarıda denetimli serbestlik olarak infaz edilecektir.
Düzenlemenin mahkûmlar, yakınları, milletimiz ve ülkemiz için hayırlı olmasını dilerim.
Ayrıca düzenleme, kapsamındaki 1 Temmuz 2016'dan önce işlenmiş suçları içermektedir. 1 Temmuz 2016'dan sonraki suçlar da kapsam dışındadır”

İşçi Tarafından İmzalanan İbranamenin Geçerli Olmasının Koşulları!

YARGITAY 9. Hukuk Dairesi 
2014/35709 E. 
2016/12356 K.

Taraflar arasındaki, ihbar tazminatı, kıdem tazminatı ile asgari geçim indirimi alacağı, yıllık izin ücreti ve fazla mesai ücreti alacaklarının ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle reddine ilişkin hüküm süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davacı avukatınca istenilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 24/05/2016 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davacı adına Avukat ... ile karşı taraf adına Avukat ... geldiler. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I 

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili; müvekkilinin, 20/01/1996 tarihinde davalı işyerinde çalışmaya başladığını, 2011 yılında emekli olduğunu, ancak hiç ara vermeksizin çalışmaya devam ettiğini, emeklilik sonrasında Sosyal Güvenlik Priminin davalı işveren tarafça ödenmediğini ve hizmet akdinin 23/09/2012 tarihinde işveren tarafından tek taraflı olarak feshedildiğini, almış olduğu aylık ücretin net 4.000,00 TL olduğunu, yılda iki maaş ikramiye aldığını, dini ve milli bayramlarda çalıştığını buna rağmen fazla mesaisinin ödenmediğini, çalışma süresi boyunca yıllık izinlerinin kullandırılmadığı gibi izin ücretlerinin de ödenmediğini, son 1 yıllık asgari geçim indirimi ödemesinin yapılmadığını ileri sürerek; kıdem ve ihbar tazminatları ile asgari geçim indirimi, yıllık izin ve fazla çalışma ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

B) Davalı Vekilinin Cevabının Özeti:
Davalı vekili; davacının müvekkil şirkette 20/01/1996 tarihinde işe başladığını ve kısa bir süre içerisinde işten ayrıldığını, bunun sonrasında 01/04/1998 yılında tekrar işe başladığını ve 01/10/2012 tarihinde iş akdinin sona erdiğini, davacının aldığı son maaşın brüt 5.440 TL olduğunu, 01/10/2012 tarihinde davacının kendisi tarafından imzalanan ibraname ile tüm alacaklarının ödendiğini savunarak; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, ... Kurumu'ndan alınan rapor ile ibraname altındaki imzanın davacının el ürünü olduğunun tespit edildiği ve davacıya işçilik hak ve alacaklarına karşılık davalı işveren tarafından ibraname karşılığında 118.752,68 TL ödeme yapıldığı, davacı tarafın ibranamenin geçersizliğine yönelik itirazlarının yerinde olmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Karar süresinde davacı vekilince temyiz edilmiştir.

E) Gerekçe:
Taraflar arasında düzenlenen ibranamenin geçerliliği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. 

Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, kabul edilen Yasanın 132 inci maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” şeklinde kurala yer verilmiştir. 

İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420 inci maddesinde öngörülmüştür. Sözü edilen hükme göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir. 

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420 inci maddesinde, iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir ay içinde yapılan ibra sözleşmelerine geçerlilik tanınmayacağı bildirilmiştir. Aynı maddede, alacağın bir kısmının ödenmesi şartına bağlı ibra sözleşmelerinin (ivazlı ibra), ancak ödemenin banka kanalıyla yapılmış olması halinde geçerli olacağı öngörülmüştür. 4857 sayılı İş Kanununun 19 uncu maddesinde, feshe itiraz bakımından bir aylık hak düşürücü süre öngörülmüş olmakla, feshi izleyen bir ay içinde işçinin işe iade davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir. O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak, iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir. Bir aylık bekleme süresi kısmi ibra açısından işçinin bir kısım işçilik alacaklarının ödenmesinin bir ay süreyle gecikmesi anlamına gelse de temelde işçi yararına bir durumdur. Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı ile ilgili olup ifayı ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel hale gelen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin ücreti gibi haklarının ödeme tarihi bir ay süreyle ertelenmiş değildir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun değinilen maddesinde, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi, ibranamenin geçerliliği noktasında sonuca etkilidir. Ancak banka dışı yollarla yapılan ödemelerde de borç ibra yerine tamamen veya kısmen ifa yoluyla sona ermiş olur. 

Sözü edilen yasal düzenleme, sadece işçinin alacaklı olduğu durumlar için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri talep ettiği yine işçinin vermiş olduğu zararın tazminine dair uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin işverene borçlu olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını ibra yoluyla sona erdirebilirler.

Değinilen maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri tazminat ve alacaklar dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün haklar yönünden uygulanır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için yasal koşulların varlığı aranmalıdır. Ancak 6098 sayılı Borçlar Kanununun yürürlükte olmadığı dönemde imzalanan ibranamenin geçerliliği sorunu, Dairemizin konuyla ilgili ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. İbranamenin feshi izleyen bir aylık süre içinde düzenlenmesi ve ödemelerin banka kanalıyla yapılmamış oluşu 01.07.2012 tarihinden önce düzenlenen ibra sözleşmeleri için geçersizlik sonucu doğurmaz. 

İşçi ve işveren arasında işverenin borçlarının sona erdirilmesine yönelik olarak Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlülüğü öncesinde yapılan ibra sözleşmeleri yönünden geçersizlik sorunu aşağıdaki ilkeler dahilinde değerlendirilmelidir: 

a)-Dairemizin kökleşmiş içtihatları çerçevesinde, iş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkün olup, Dairemizin kararlılık kazanmış uygulaması bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 15.10.2010 gün, 2008/41165 E, 2010/29240 K.).

b)-İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez (Yargıtay 9.HD. 5.11.2010 gün, 2008/37441 E, 2010/31943 K).

c)-İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez. 

Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanununun 21 inci maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir. 

İbranamedeki irade fesadı hallerinin, 818 sayılı Borçlar Kanununun 31 inci maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir (Yargıtay 9.HD. 26.10.2010 gün, 2009/27121 E, 2010/30468 K). Ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez. 

d)-İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/37372 E, 2010/31566 K). 

e)-Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, Dairemizin kökleşmiş içtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir (Yargıtay 9.HD 21.10.2010 gün 2008/40992 E, 2010/39123 K.). Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün 2008/33748 E, 2010/20389 K.). 

f)-Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise, geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi yapılmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır (Yargıtay 9.HD. 27.06.2008 gün 2007/23861 E, 2008/17735 K.). Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek tek sayıldığı ibranamede, irade fesadı haller ileri sürülüp kanıtlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır (Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/396 E, 2009/441 K). 

g)-Yine, işçinin ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/40032 E, 2010/31666 K).

h)-İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün, 2008/33597 E, 2010/20380 K). Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı ibranamede çelişki bulunmayan ve miktar içermeyen kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir. 

İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir (Yargıtay HGK. 27.1.2010 gün 2009/9-586 E, 2010/31 K. ; Yargıtay 9.HD. 13.7.2010 gün, 2008/33764 E, 2010/23201 K.).

Somut uyuşmazlıkta; 01.10.2012 tarihli ibranamedeki imzanın davacının el ürünü olduğu ... Kurumu raporu ile tespit edilmiş ise de, ibranamenin 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu döneminde düzenlendiği anlaşılmaktadır. 

Yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, yeni Borçlar Kanunu (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu) döneminde düzenlenen ibranamelerin geçerli olabilmesi için yazılı olması, sözleşmenin sona erdiği tarihten itibaren en az 1 aylık sürenin geçmiş olması, ibra konusu alacak türleri ve miktarlarının açıkça belirtilmesi ve ödemelerin banka aracılığı ile yapılması gerekir. 

Dosya içerisinde yer alan ibraname, sözleşmenin sona ermesinden itibaren 1 aylık süre geçmeksizin yapıldığı gibi ibranamede belirtilen miktarların banka kanalı ile ödendiğine dair bir bilgi ve belge de sunulmamıştır. 

Tüm bu hususlar dikkate alınmaksızın ibranamenin 6098 sayılı yasanın 420. maddesi karşısında kesin olarak hükümsüz olduğu gözetilmeksizin davanın reddine karar verilmesi hatalıdır.

Mahkemece, tarafların delilleri toplanarak alacakların hesaplanması için bilirkişi incelemesi yaptırılmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Yanılgılı gerekçe ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

F)Sonuç:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, davacı yararına takdir edilen 1.350.00 TL.duruşma avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 24/05/2016 gününde oybirliği ile karar verildi.

Kıdem Tazminatı Nedir? Şartları? Nasıl Hesaplanır?

Kıdem Tazminatı, belirli bir süre(işyerinde bir yıl çalışması ya da aynı işverene bağlı değişik iş yerlerinde en az bir yıl çalışması) çalıştıktan sonra işine son verilen ya da emeklilik dolayısıyla işinden ayrılmak durumunda bulunan işçiye, çalıştığı süreye göre, işyerince topluca ödenen tazminattır.

Kıdem Tazminatı almaya hak kazanmak için diğer bir husus ise İşçinin, işverence işten çıkarılması gerekir. İşten çıkarılma nedeni, ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranmak ise işçi Kıdem Tazminatı talep edemeyecektir.

Şöyle ki, hırsızlık, huzuru bozacak davranışlar gibi işyeri kurallarına aykırı sebeplerden dolayı işten çıkarılan bir işçi, kıdem tazminatı alamayacaktır. Fakat İş Kanununa göre sağlık sorunu gibi haklı bir nedenden dolayı, işten ayrılmak zorunda kalınmışsa tazminat alınabilecektir. Bir diğer husus ise erkek çalışanların askerlik nedeni ile işten ayrılmak zorunda kalması halinde yine tazminat alınabilecektir. Kadın çalışanlarda ise çalıştığı esnada bir evlilik olursa, evlendikten sonraki bir yıl içinde kendi isteği ile işten ayrılarak tazminat alabilir. Son olarak emeklilik şartını yerine getiren çalışanlarda kıdem tazminatı alabilir.

Kıdem tazminatı, her 1 yıl için 30 günlük yani, aylık, brüt ücret üzerinden hesaplanır ve bir aylık ücretin, çalışma yılı ile çarpılması sonucu ortaya çıkar. Çalışanın ücreti içinde yer alan yol yardımı, yemek, ikramiyeler, primler, sağlık sigortası gibi tüm ödemeler de tazminat hesabına katılır.

18 Şubat 2018 Pazar

Fransa’da mahkemeden park cezası ile ilgili emsal karar: İki kez ceza yazılamaz!

Fransa’da Danıştay, aynı yerde duran araca sadece bir kez park cezası yazılabileceğine hükmetti.
Fransa’da Danıştay, park cezaları ile ilgili emsal bir karara imza attı. Yüksek mahkeme, bir kez ceza yazılan araca hareket etmediği sürece başka ceza yazılamayacağına hükmetti.

Bu konu ile ilgili 1995 yılında verilem kararı da hatırlatan Danıştay, park ücretini ödemeyen ya da yasak bir yere park eden araçlar için günlerce sürse dahi sadece bir kez ceza yazılabileceğini bildirdi. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan sürücülerin de sadece bir kez ceza ödemeleri gerektiği kaydedildi.

Mahkemeye taşınan olay ise 30 Ocak’ta havalanı yakınında park yasağı bulunan bir bölgeye aracını park eden kişinin taşımasıyla ortaya çıktı. Birkaç günlük tatile çıkan şahsın aracının her gün yeni ceza yazıldığı kaydedildi. Toplamda 5 ceza yazılan aracının sahibi ise olayı mahkemeye taşıdı.

Tenfiz Davası Nedir? Nasıl Açılır?

Yurtdışında yapılan bir evlilik ve sonrasında evlilik birliğinin herhangi bir nedenle o ülke de sonlandırılmasına ilişkin verilecek mahkeme kararları o ülke içerisinde geçerli olacaktır. Verilen mahkeme kararının ülkemizde geçerli olabilmesi için tenfiz davası açılması gerekir. 

Türkiye dışında herhangi bir ülkenin mahkeme kararının tenfiz edilmesi, o ülke mahkemesinin vermiş olduğu boşanma kararının ülkemizde icra edilebilir olmasıdır. Türkiye dışında boşanan bir Türk vatandaşının Türkiye'de tenfiz davası açmaması bu kimsenin Türkiye'de velayet, nafaka, mal paylaşımı, miras, maddi-manevi tazminat ve yeniden evlenebilme gibi bir çok hususta sıkıntı yaşamasına neden olacaktır. 

Tenfiz Davası Nasıl Açılır?
Yurtdışı mahkeme kararı tenfiz sürecinde taraflar, boşandıkları herhangi bir ülke mahkemesinin vermiş olduğu karara ilişkin belgeleri eksiksiz bir şekilde hazırlayarak Türkiye’deki yetkili Aile Mahkemesine tenfiz başvurusunda bulunması gerekir. Tenfiz davası açmak isteyen taraflardan birinin Türkiye’de ikamet adresinin bulunmaması halinde, tenfiz davası İstanbul İzmir veya Ankara illerinden herhangi birisinde açabilecektir.

Anlaşmalı Boşanma Nedir? Nasıl Yapılır? Şartları?


Anlaşmalı Boşanma Nedir?
Anlaşmalı boşanma mevcut evlilik birliğinin eşler tarafından ortak bir kararla sonlandırılmasıdır. Anlaşmalı boşanma sürecinde eşlerden her ikisi de boşanmayı kabul eder ve boşanmanın maddi, manevi tüm hukuki sonuçları konusunda uzlaşırlar. Bu şekilde yapılan boşanma işlemine anlaşmalı boşanma denir.

Anlaşmalı Boşanma Nasıl Yapılır?
Boşanma davası şekil ve usul açısında farklılık gösterir. Boşanma sürecinde taraflar anlaşmalı ya da çekişmeli boşanma davası yoluna gidebilir. Anlaşmalı boşanmanın gerçekleşmesi için 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda hükmedilen “anlaşmalı boşanma şartları” yerine getirilmelidir. Kanunda hükmedilen anlaşmalı boşanma şartları gerçekleşmemişse taraflar açısından anlaşmalı boşanma yapılamayacaktır. 

Anlaşmalı Boşanma Şartları Nelerdir?
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda hükmedilen anlaşmalı boşanma şartları;

1- Evliliğin anlaşmalı boşanma yolu ile sonlandırılmak istenmesi durumunda eşlerin öncelikle en az bir yıl evli kalmış olmaları gerekir. Bir yıldan daha kısa süren evliliklerde anlaşmalı boşanma davası açılamamaktadır.

2- Anlaşmalı boşanmak için eşler, maddi ve manevi tüm hukuki sonuçlar üzerinde uzlaşma içerisinde olduklarını hazırlanacak olan anlaşmalı boşanma protokolü içerisinde beyan etmelidirler. Boşanma protokolü anlaşmalı boşanmaların omurgasını oluşturur.

3- Anlaşmalı boşanmalarda tarafların davaya katılmaları zorunludur. Bu zorunluluğun sebebi eşlerin,anlaşmalı boşanma protokolü içerisinde verdikleri beyanları hakimin teyit etmesidir.

17 Şubat 2018 Cumartesi

İşçi Alacaklarında ve İş Davalarında Arabuluculuk?

TBMM tarafından 12 Ekim 2017 tarihinde kabul edilen ve yasalaşan İş Mahkemeleri Kanunu ile birlikte işçi alacakları için ve iş kanunundan kaynaklanan tazminat davalarında öncelikle arabuluculuk uygulamasına başvurulması zorunlu hale getirildi. 

01 Ocak 2018 tarihi itibariyle işçi alacağı ve tazminat davası açılmadan önce arabulucuya başvurulması gerekir, aksi takdirde mahkeme dava şartı noksanlığı sebebiyle davanın usulden reddine karar verecektir.

Dava şartı olarak arabuluculuk

MADDE 3- (1) Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.

(2) Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.

(3) İş kazası veya meslek hastalığından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat ile bunlarla ilgili tespit, itiraz ve rücu davaları hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.

(4) Arabuluculuk Daire Başkanlığı, sicile kayıtlı arabuluculardan bu madde uyarınca arabuluculuk yapmak isteyenleri, varsa uzmanlık alanlarını da belirterek, görev yapmak istedikleri adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarına göre listeler ve listeleri ilgili komisyon başkanlıklarına bildirir. Komisyon başkanlıkları, bu listeleri kendi yargı çevrelerindeki arabuluculuk bürolarına, arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise görevlendirecekleri sulh hukuk mahkemesi yazı işleri müdürlüğüne gönderir.

(5) Başvuru karşı tarafın, karşı taraf birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yerindeki veya işin yapıldığı yerdeki arabuluculuk bürosuna, arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise görevlendirilen yazı işleri müdürlüğüne yapılır.

(6) Arabulucu, komisyon başkanlıklarına bildirilen listeden büro tarafından belirlenir. Ancak tarafların listede yer alan herhangi bir arabulucu üzerinde anlaşmaları hâlinde bu arabulucu görevlendirilir.

(7) Başvuran taraf, kendisine ve elinde bulunması hâlinde karşı tarafa ait her türlü iletişim bilgisini arabuluculuk bürosuna verir. Büro, tarafların resmi kayıtlarda yer alan iletişim bilgilerini araştırmaya da yetkilidir. İlgili kurum ve kuruluşlar, büro tarafından talep edilen bilgi ve belgeleri vermekle yükümlüdür.

(8) Taraflara ait iletişim bilgileri, görevlendirilen arabulucuya büro tarafından verilir. Arabulucu bu iletişim bilgilerini esas alır, ihtiyaç duyduğunda kendiliğinden araştırma da yapabilir. Elindeki bilgiler itibarıyla her türlü iletişim vasıtasını kullanarak görevlendirme konusunda tarafları bilgilendirir ve ilk toplantıya davet eder.  Bilgilendirme ve davete ilişkin işlemlerini belgeye bağlar.

(9) Arabulucu, görevlendirmeyi yapan büronun yetkili olup olmadığını kendiliğinden dikkate alamaz. Karşı taraf en geç ilk toplantıda, yerleşim yeri ve işin yapıldığı yere ilişkin belgelerini sunmak suretiyle arabuluculuk bürosunun yetkisine itiraz edebilir. Bu durumda arabulucu, dosyayı derhâl ilgili sulh hukuk mahkemesine gönderilmek üzere büroya teslim eder. Mahkeme, harç alınmaksızın dosya üzerinden yapacağı inceleme sonunda yetkili büroyu kesin olarak karara bağlar ve dosyayı büroya iade eder. Mahkeme kararı büro tarafından 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca taraflara tebliğ edilir. Yetki itirazının reddi durumunda aynı arabulucu yeniden görevlendirilir ve onuncu fıkrada belirtilen süreler yeni görevlendirme tarihinden başlar. Yetki itirazının kabulü durumunda ise kararın tebliğinden itibaren bir hafta içinde yetkili büroya başvurulabilir. Bu takdirde yetkisiz büroya başvurma tarihi yetkili büroya başvurma tarihi olarak kabul edilir. Yetkili büro, altıncı fıkra uyarınca arabulucu görevlendirir.

(10) Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından en fazla bir hafta uzatılabilir.

(11) Arabulucu, taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması yahut yapılan görüşmeler sonucunda anlaşmaya varılması veya varılamaması hâllerinde arabuluculuk faaliyetini sona erdirir ve son tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirir.

(12) Taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf, son tutanakta belirtilir ve bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulur. Ayrıca bu taraf lehine vekalet ücretine hükmedilmez. Her iki tarafın da ilk toplantıya katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk faaliyeti üzerine açılacak davalarda tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(13) Tarafların arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaları hâlinde, arabuluculuk ücreti, Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin eki Arabuluculuk Ücret Tarifesinin İkinci Kısmına göre aksi kararlaştırılmadıkça taraflarca eşit şekilde karşılanır. Bu durumda ücret, Tarifenin Birinci Kısmında belirlenen iki saatlik ücret tutarından az olamaz. İşe iade talebiyle yapılan görüşmelerde tarafların anlaşmaları durumunda, arabulucuya ödenecek ücretin belirlenmesinde işçiye işe başlatılmaması hâlinde ödenecek tazminat miktarı ile çalıştırılmadığı süre için ödenecek ücret ve diğer haklarının toplamı, Tarifenin İkinci Kısmı uyarınca üzerinde anlaşılan miktar olarak kabul edilir.

(14) Arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması veya iki saatten az süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları hâllerinde, iki saatlik ücret tutarı Tarifenin Birinci Kısmına göre Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenir. İki saatten fazla süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları hâlinde ise iki saati aşan kısma ilişkin ücret aksi kararlaştırılmadıkça taraflarca eşit şekilde Tarifenin Birinci Kısmına göre karşılanır. Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen ve taraflarca karşılanan arabuluculuk ücreti, yargılama giderlerinden sayılır.

(15) Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığı hâlinde işe iade talebiyle arabulucuya başvurulduğunda, anlaşmanın gerçekleşebilmesi için işverenlerin arabuluculuk görüşmelerine birlikte katılmaları ve iradelerinin birbirine uygun olması aranır.

(16) Bu madde uyarınca arabuluculuk bürosu tarafından yapılması gereken zaruri giderler; arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde anlaşma uyarınca taraflarca ödenmek, anlaşmaya varılamaması hâlinde ise ileride haksız çıkacak taraftan tahsil olunmak üzere Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanır.

(17) Arabuluculuk bürosuna başvurulmasından son tutanağın düzenlendiği tarihe kadar geçen sürede zamanaşımı durur ve hak düşürücü süre işlemez.

(18) Arabuluculuk görüşmelerine taraflar bizzat, kanuni temsilcileri veya avukatları aracılığıyla katılabilirler. İşverenin yazılı belgeyle yetkilendirdiği çalışanı da görüşmelerde işvereni temsil edebilir ve son tutanağı imzalayabilir.

(19) Arabuluculuk görüşmeleri, taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça, arabulucuyu görevlendiren büronun bağlı bulunduğu adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunun yetki alanı içinde yürütülür.

(20) 13/6/1952 tarihli ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanunda düzenlenen gazeteci ile 20/4/1967 tarihli ve 854 sayılı Deniz İş Kanununda düzenlenen gemiadamı, bu madde kapsamında işçi sayılır.

(21) Bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde niteliğine uygun düştüğü ölçüde 7/6/2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu hükümleri uygulanır.

(22) Arabuluculuğa başvuru usulü, arabulucunun görevlendirilmesi ve arabuluculuk görüşmelerine ilişkin diğer hususlar Adalet Bakanlığınca yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenir.

15 Şubat 2018 Perşembe

İhbar Tazminatı nedir? İhbar Tazminatı nasıl hesaplanır?

İhbar Tazminatı nedir?
İhbar tazminatı 4857 sayılı iş kanununun  17. Maddesine göre; belirsiz süreli iş sözleşmesinin iş kanununda belirtilen bildirim sürelerinin feshedilmesi halinde feseden tarafın diğer tarafa çalışma süresi dikkate alınarak diğer tarafa ödeyeceği bir tazminat türüdür.  

İhbar tazminatı hem işçiye hem de işverenin ödeyeceği bir tazminat türüdür. İşveren işçiyi 25. Maddede belirtilen haklı nedenler dışında bildirim sürelerine uymadan iş sözleşmesini sonlandırışa işçiye ihbar tazminatı ödemek zorundadır. 

Aynı durum çalışan işçi için de geçerlidir. Çalışan işçi iş kanunun 24. Maddesinde belirtilen haklı nedenler dışında ihbar bildirim sürelerine uymadan işten ayrılırsa bu durumda işçi çalıştığı süre göz önüne alınarak en az 2 en çok 8 haftalık ücreti kadar işverene ihbar tazminatı ödeme zorundadır.

14 Şubat 2018 Çarşamba

Boşanmada mal paylaşımı nasıl yapılır?

Anlaşmalı Boşanma davasında ayrı bir davaya gerek kalmaksızın taraflar mal paylaşımını Boşanma Protokollerinde belirleyeceklerdir
Çekişmeli boşanma davasında ise boşanma davası sonucunda nafaka tazminat ve ziynet çeyiz eşyaları hususunda karar verilir. Mal paylaşımı için boşanma davasından ayrı olarak Aile Mahkemelerinde ayrıca bir dava açmak gerekecektir. 

Buna göre taraflar arasında başkaca bir anlaşma yapılmadı ise 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanan ve halen geçerli olan yasal mal rejimi ‘’Edinilmiş Mallara Katılım’’, her iki tarafın da çıkarını eşit şartlarda gözetir. Buna göre, eşlerin evlendikten sonra taraflardan birinin ya da ikisinin çalışarak elde etmiş olduğu mallar üzerinde ikisinin de eşit derecede hakkı olacaktır. Bu yasa ile boşanmada mal paylaşımı sırasında önceki mal ayrılığı rejiminin doğurduğu haksızlığın giderilmesi amaçlanır. Yine kadınların hane içindeki emeklerinin karşılığı olarak da alınan-edinilen varlıklara katılımı da göz önünde bulundurulur. Tarafların kişisel malı olmayan mallar edinilmiş mal hesabına katılmak üzere bilirkişilerce hesaplanarak mal paylaşımı yapılır.


Buna göre tarafların edinilmiş malları olarak; 
Çalışmasının karşılığı olan edinimler, Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler, çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel mallarının gelirleri, edinilmiş malların yerine geçen değerler, olarak kanunda belirtilmiştir.

Kişisel mallar ise, edinilmiş mallar kapsamının dışında yer alan ve boşanma sürecinde herhangi bir şekilde paylaşımı söz konusu olmayan mallardır. Bunlar eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, manevî tazminat alacakları, kişisel mallar yerine geçen değerlerdir.

5 Şubat 2018 Pazartesi

İflas erteleme yürürlükten kalkıyor!

Adalet Bakanlığı, iflas ertelemenin yürürlükten kaldırılmasını içeren kanun tasarısı taslağını Başbakanlığa gönderdi.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, 2003 yılından bu yana uygulanan “iflasın ertelenmesi”nin borçlu şirketlerin, iyileşme, mali durumu düzeltme ve yeniden yaşayabilir hale gelme durumlarında beklenen faydanın elde edilemediği tespit edildi. Bunun yanı sıra borçludan alacaklarını tahsil edemeyenlerin de zarara uğradığı belirlendi.

Bu kapsamda çalışma yapan Adalet Bakanlığı, İcra ve İflas, Türk Ticaret, Kooperatifler, Hukuk Muhakemeleri, Milletler Arası Tahkim, Tebligat ve Posta Hizmetleri Kanunlarında değişiklik yapılmasını öngören 65 maddelik kanun tasarısı taslağı hazırladı. Taslak, Başbakanlığa gönderildi.

Taslağın yasalaşmasıyla, iflasın ertelenmesi yürürlükten kaldırılacak. Bunun yerine, iflas erteleme nedeniyle tercih edilmeyen ancak mevzuatta bulunan borçlarda indirim yapılması veya borçların vadeye bağlanması talebini içeren konkordato uygulanacak.

Konkordato tercih edebilmek için “borca batık hale gelme” şartı aranmayacak. Borçlarını ödeme konusunda güçlüğe düşen veya yakın bir gelecekte ödeme güçlüğü yaşayabilecek olan borçlular konkordato talep edebilecek.

Borçlu, mevcut mali durumunu tam anlamıyla gösteren belgeler ile teklif ettiği konkordatoyu yerine getirebileceğini gösteren ve bağımsız denetim kuruluşları tarafından hazırlanan finansal analiz raporlarını talebine ekleyecek.

Konkordato komiseri görevlendirilecek
Borçlunun gerekli belgeleri sunması üzerine mahkeme borçluya derhal üç aylık geçici mühlet verecek. Bu süre en fazla iki ay daha uzatılabilecek.

Geçici mühlet kararıyla birlikte artık rehinli ve adli alacaklılar borçlu aleyhine icra takibi başlatamayacak, başlanmış takipler de durdurulacak. Ayrıca mahkeme, geçici konkordato komiseri görevlendirerek borçlunun faaliyetlerine nezaret etmesini sağlayacak, borçlunun mal varlığının muhafazası için gerekli tedbirleri alacak.

Alacaklıların hakları takip edilecek
Alacaklı sayısı, alacak miktarı ve alacakların çeşitliliği dikkate alınarak mahkemece, alacaklılar kurulu oluşturulabilecek. Bu kurul konkordato komiserinin faaliyetlerine nezaret edecek ve alacaklıların haklarını takip edecek.

Mühlet süresince borçlu, komiserin nezareti altında işlerine devam edebilecek. Borçlu, mahkemenin izni dışında mühlet kararından itibaren rehin tesis edemeyecek, kefil olamayacak, taşınmaz ve işletmenin devamlı tesisatını kısmen dahi olsa devredemeyecek. Bunların aksine yapılan işlemler hükümsüz sayılacak.

İşçi ve nafaka alacakları düzenlemeye tabi olmayacak
İşçi ve nafaka alacakları konkordatoya tabi olmayacak. Bu alacakların alacaklıları, konkordato görüşmelerinde oy kullanamayacak ve çoğunluk hesabında değerlendirilemeyecek. Öte yandan bu alacaklılar, borçlu mühlet alsa da icra takibi yapabilecek.

Borçlunun konkordato sürecinde kredi bulabilmesi ve kendisi için gerekli malları tedarik edebilmesi için süreçte komiser izniyle doğan alacaklar da konkordatoya tabi olmayacak ve sözleşme hükümleri uyarınca tamamen ödenecek.

Borçlu, daha önce yaptığı ancak konkordato sürecini olumsuz etkileyen sözleşmeleri, tazminat karşılığında feshedebilecek.

AA