28 Şubat 2019 Perşembe

Hastayı bilgilendirmeyen özel hastaneye rekor tazminat!

Sakarya’da riskler konusunda bilgilendirilmediğini iddia eden ve girdiği fıtık ameliyatından sonra yüzde 100 oranında engelli kalan hasta, açtığı davada özel hastaneyi 3 milyon liralık tazminat ödemeye mahkum etti.

Edinilen bilgilere göre İnşaat ustası olarak çalışan evli ve iki çocuklu Ayhan İşcan, sol dizinde oluşan rahatsızlık nedeniyle 2014 yılında Sakarya’da özel bir hastaneye gitti. Gittiği hastanede muayene edilen İşçan, omuriliğinin üst bölümünde fıtık oluştuğu ve ameliyat olması gerektiğini öğrendi. Tedavi olduğu hastanede ameliyat olması gerektiğini öğrenen İşçan, 1 gün sonra tedaviye alındı. Ameliyat sonrasında belden aşağısını hissetmediğini fark eden Ayhan İşcan, doktorundan hayat boyu engelli kalacağını öğrendi. İyileşebileceğine inan İşcan, belirli bir süre fizik tedavisi oldu. Yapılan tedaviden olumlu yöne hiçbir gelişme kaydedemeyen İşçan, kendisini riskler hakkında bilgilendirmediğini iddia ettiği özel hastane hakkında şikayeti oldu.

Hastanenin kendisini bilgilendirmediğini iddia etti 
2017 yılında avukatı Özgür Eray Taş aracılığı ile hastane hakkında maddi ve manevi tazminat davası açan Ayhan İşcan, açmış olduğu davada, hastanenin, ameliyatın olası riskleri konusunda kendisini yasaya uygun bir şekilde bilgilendirmediğini ileri sürdü. Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada özel hastanenin tanığı olarak ameliyatı yapan doktor dinlendikten sonra İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan rapor istenildi. İstanbul Adli Tıp Kurumu tarafından verilen raporda olayın komplikasyon olduğu ve yapılan ameliyatta doktorun bir kusurunun bulunmadığı ancak hastanın ameliyattan önce olası riskler konusunda bilgilendirildiğine dair hazırlanması gereken yasaya uygun olup olmadığının mahkemece değerlendirilmesinin uygun olacağı belirtildi. Bunun üzerine mahkemece, Kocaeli Üniversitesi Adli Tıp Anabilim dalı Başkanlığı’ndan, davaya konu olayda aydınlatılmış olan hususunun tıp kurallarına ve yasaya uygun olup olmadığının değerlendirilmesi istenildi.

Hazırlanan raporda hastane kusurlu bulundu 
Kocaeli Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı’nın hazırlamış olduğu raporda, ameliyatın doğru yapıldığı ve olayın komplikasyon olduğu ancak ilk ameliyat için alınan aydınlatılmış rıza formunun, ameliyatı yapacak olan doktor tarafından alınması gerekirken hastane personeli tarafından alınmış olunduğu, ameliyatı yapan doktorun gerçekleştirdiği ameliyat ile aydınlatılmış rıza belgesinde yapılacağı belirtilen ameliyatın farklı ameliyat olduğu, kitle ameliyatı yapıldığı ifade edilmesine rağmen herhangi bir patoloji raporunun bulunmadığı ve ikinci ameliyat için ise hiçbir aydınlatılmış rıza formunun hazırlanmadığı belirtilerek, özel hastanenin ve doktorun hastayı bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemiş olduğu belirtilerek kusurlu olduğu değerlendirildi.

3 milyon TL tazminat cezası 
Hastanenin kusurlu olduğunun değerlendirilmesi sonrasında mahkeme heyeti tazminat miktarının belirlenmesi için dosyayı bilirkişiye gönderdi. Bilirkişi, Ayhan İşcan’ın bakiye ömrünü dikkate alarak, iş göremezlik ve bakıcı gideri zararını hesapladı. Mahkemece, rapor da dikkate alınarak, özel hastanenin faizleri ile birlikte 3 milyon TL tazminat ödemesine hükmedildi. Mahkeme kararının yeterli ve doğru bilgi verilmeden ameliyata alınan ve engelli kalanlar için emsal teşkil edeceğini belirten Ayhan İşcan, doktorların hastalara ön bilgi vererek ameliyat sürecini başlatmaları gerektiğini ifade etti.

(İHA)

Dolandırıcıların yeni yöntemi: Kaşıkçı cinayetine adınız karıştı!

Bartın'da telefonla aradığı vatandaşların, "Kaşıkçı cinayetinde ismin geçiyor." diyerek yaklaşık 1 milyon lirasını dolandırdığı gerekçesiyle gözaltına alınan kişi tutuklandı.

Bartın Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi ekipleri, vatandaşların telefonla aranarak dolandırıldığı ihbarı üzerine çalışma başlattı.

SUÇÜSTÜ YAKALANDI
Polis ekipleri, şüphelinin, aradığı kişilere "Kaşıkçı cinayetinde ismin geçiyor. Suudi Arabistan Konsolosluğunda cinayetle ilgili görüntülerin var." veya "FETÖ terör örgütü ile bağlantın var. Terör örgütü kimliğini kullanıyor." diyerek para karşılığı bu görüntüleri paylaşmayacağını söylediğini belirledi.

"BİR KİŞİYE TAKSİ HATTINI SATTIRDIK"
Bunun üzerine teknik ve fiziki çalışmayı genişleten ekipler, şüpheli M.B'yi Ankara'da düzenledikleri operasyonla suçüstü yakaladı.

M.B'nin, emniyetteki ilk sorgusunda, "Polislere yakalanmasaydım bir vatandaşı daha dolandıracaktık. Ankara'da Keçiören ilçesinde oturan bir kişiye taksi hattını sattırdık ve bu vatandaştan da elden 460 bin lira alacağım esnada yakalandım." dediği öğrenildi.

Şüpheli, emniyetteki işleminin ardından sevk edildiği hakimlikçe tutuklandı.

Vakıf(Özel) Üniversitelerinde Çalışanların İş Sözleşmelerinde İş Mahkemeleri Yetkilidir!


T.C YARGITAY
7.Hukuk Dairesi
Esas: 2014 / 2145
Karar: 2014 / 7139
Karar Tarihi: 01.04.2014

ÖZET: Kabul şekli bakımından da yargı yolunun caiz olmaması 6100 sayılı HMK.'nun 114. Maddesinde belirtilen dava şartlarındandır. Dava şartının yokluğu ise kanunun ilgili maddesi uyarınca davanın usulden reddini gerektirir. Mahkemece doğrudan davanın reddine karar verilmesi de doğru olmamıştır.(2709 S. K. m. 128, 131) (2547 S. K. Ek m. 2) (6100 S. K. m. 114, 115) (657 S. K. m. 4) (Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği m. 23)

Dava: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

Davacı, iş sözleşmesinin geçerli neden olmaksızın feshedildiğini belirterek işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı, iş sözleşmesinin belirli süreli iş sözleşmesi olduğunu ve bu nedenle yenilenmediğini savunmuştur.

Mahkemece, yapılan yargılama sonunda, davalının Vakıf Üniversitesi olduğu, davacının ise üniversite de akademik görevde bulunduğu, Uyuşmazlık Mahkememizin 05/11/2012 tarihli 189-234 sayılı Kararı, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin emsal kararları beraberce değerlendirildiğinde, davalı üniversitenin sürekli ve düzenli nitelikteki kamu hizmetinde çalıştırdığı davacının; statüsü, göreve alınması, hak ve yetkileri gözetildiğinde İdare Hukuku Kapsamında bir personel olduğu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüm yerinin de idari yargı yeri olduğu gerekçesi ile açılan davanın yargı yolu yanlışlığı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Diğer taraftan somut uyuşmazlıkta asıl çözümlenmesi gereken davacı öğretim görevlisi ile Vakıf Üniversitesi olan davalı arasındaki ilişkinin iş ilişkisine mi, yoksa statü hukukuna mı dayandığıdır.

Anayasa'nın 128/1 maddesine göre "Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür". Kamu görevlilerinin kim olduğu ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4. Maddesinde açıklanmış, "Kamu hizmetlerinin; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürüleceği" belirtilmiştir.

Anayasa'nın 131 nci maddesine göre de "Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları, mali ve idari konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasada belirtilen hükümlere tabidir".

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun Ek. 2. maddesi uyarınca "Vakıflar; kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla ve mali ve idari hususlar dışında, akademik çalışmalar, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden bu Kanunda gösterilen esas ve usullere uymak kaydıyla, Yükseköğretim kurumları veya bunlara bağlı birimlerden birini veya birden fazlasını ya da bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı olmaksızın, ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda yüksek nitelikli işgücü yetiştirmek amacıyla, bu Kanun hükümleri çerçevesinde kalmak şartıyla meslek yüksekokulu kurabilir. Bu meslek yüksekokulu, kamu tüzel kişiliğini haiz olup, Yükseköğretim Kurulunun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu kararı ile kurulur. Kurulacak meslek yüksekokullarına, meslek ve teknik eğitim bölgesinde gereksinim duyulması esastır". Aynı kanununu Ek. 5. maddesine göre "Vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumlarının, vakıf yönetim organı dışında en az yedi kişiden oluşan bir mütevelli heyeti bulunur. Mütevelli heyet üyeleri, vakıf yönetim organı tarafından dört yıl için seçilir, süresi biten üyeler yeniden seçilebilir. Mütevelli heyet üyelerinin yaş sınırlaması hariç Devlet memuru olma niteliklerine sahip bulunmaları ve en az üçte ikisinin lisans düzeyinde yükseköğrenim görmüş olması gerekir. Mütevelli heyet üyeleri kendi aralarından bir başkan seçer. Mütevelli heyet vakıf yükseköğretim kurumunun tüzelkişiliğini temsil eder. Vakıf yükseköğretim kurumlarının yöneticileri Yükseköğretim Kurulunun olumlu görüşü alınarak mütevelli heyet tarafından atanır. Mütevelli heyet; vakıf yüksek öğretim kurumu yöneticilerine uygun gördüğü ölçüde yetkilerini devredebilir. Yükseköğretim kurumunda görevlendirilecek yöneticiler ve öğretim elemanları ile diğer personelin sözleşmelerini yapar, atamalarını ve görevden alınmalarını onaylar, yükseköğretim kurumunun bütçesini onaylar ve uygulamaları izler, ayrıca vakıfça hazırlanan yönetmelik hükümlerine göre diğer görevleri yürütür".

Aynı yasanın 31. maddesi üniversitelerde görev yapacak öğretim görevlilerinin görevlendirme şekli belirtilmiştir. Buna göre "Öğretim görevlileri; üniversitelerde ve bağlı birimlerinde bu Kanun uyarınca atanmış öğretim üyesi bulunmayan dersler veya herhangi bir dersin özel bilgi ve uzmanlık isteyen konularının eğitim – öğretim ve uygulamaları için, kendi uzmanlık alanlarındaki çalışma ve eserleri ile tanınmış kişiler, süreli veya ders saati ücreti ile görevlendirilebilirler. Öğretim görevlileri, ilgili yönetim kurullarının görüşleri alınarak fakültelerde dekanların, rektörlüğe bağlı bölümlerde bölüm başkanlarının önerileri üzerine ve rektörün onayı ile öğretim üyesi, öğretim üye yardımcısı ve öğretim görevlisi kadrolarına atanabilirler veya kadro şartı aranmaksızın ders saati ücreti veya sözleşmeli olarak istihdam edilebilirler. Öğretim üyesi kadrolarına öğretim görevlileri en çok iki yıl süre ile atanabilirler; bu süre sonunda işgal ettikleri kadroya başvuran öğretim üyesi bulunmadığı ve görevlerine devamda yarar görüldüğü takdirde aynı usulle yeniden atanabilirler. Atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer. Bunların yeniden atanmaları mümkündür". 36. madde de Öğretim elemanlarının (ki içinde öğretim görevlileri de vardır), üniversitede devamlı statüde görev yapacakları belirtilmiştir.

Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği'nin 23/2 maddesi uyarınca Vakıf yükseköğretim kurumlarında görev alacak olan akademik ve idari personelin çalışma esasları 2547 sayılı Kanunda devlet üniversiteleri için öngörülen hükümlere tabidir. Bu personelin aylık ve diğer özlük hakları bakımından ise 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanır.

Mahkemenin gerekçesinde de belirttiği gibi Uyuşmazlık Mahkemesi son zamanlarda Vakıf Üniversitesinde çalışan öğretim elemanları ile Vakıf Üniversitesi arasındaki uyuşmazlıklarda, Vakıf Üniversitelerinin Anayasa'nın 131. Maddesi uyarınca devlet üniversitelerinin tabi olduğu statüye tabi olacakları, kamu tüzel kişiliği statüsü verildiği ve Kamu tüzel kişilerinin kuruluş amacının kamu yararı, faaliyet konularının ise kamu hizmeti olduğu, bu bağlamda, kamu tüzel kişilerinin, özel hukuk tüzel kişilerine nazaran üstün ve ayrıcalıklı kamu gücüne sahip oldukları ve tek taraflı işlemlerle yeni hukuki durum yaratabilecekleri, bu nedenle de personelinin kamu hukukuna tabi olacakları, gerekçesi ile idari yargının görevli olduğuna karar vermektedir.

Ancak belirtmek gerekir ki bu kararlar ilke kararı değildir ve Uyuşmazlık Mahkemesinin devlet üniversitesi ile ilgili 1985 yılında verilen kararı ile çelişki yaratmaktadır. Zira Yüksek Mahkeme’nin 18.03.1985 gün ve 1985/2 Esas, 1985/8 Karar sayılı kararında açıkça Devlet Üniversitesinin, kamu hizmeti gören ve kanunla kurulmuş bir kamu kurumu olduğun, davacı öğretim görevlisinin ise bu kamu kurumunda çalışan ve kamu hizmetini yürüten bir kamu görevlisi olduğun, ancak davacının bu görevi neye istinaden yürüttüğü, yani bu kamu görevinde ne şekilde istihdam edildiğinin açıklığa kavuşturulması gerektiğini vurgulamış ve davalı ile davacı arasındaki ilişki; davacı kamu görevi yapmasına rağmen, özel hukuk kurallarına göre belirlenen özel hukuk ilişkisi olduğu gerekçesi ile adli yargının görevli olduğunu belirtmiştir. Dairemiz de bu uygulamayı benimsemiştir.

Açıklamak gerekirse, belirtilen normatif düzenlemelere göre kamu hizmeti kamu görevlisi sayılan işçilerle de yürütülebilir. Vakıf Üniversitelerine Devlet Üniversiteleri gibi ayrıcalıklar tanınması ve kamu hizmetini yapmalarının sağlanması, kamu hizmetini sağlamak için çalıştırdığı öğretim görevlileri statü hukukuna tabi kılmaz. Normatif düzenlemelerde belirtildiği gibi mali ve idari konularda Vakıf Üniversiteleri Devlet Üniversitelerinden ayrılmış ve yönetmelik hükümleri ile açıkça öğretim elemanlarının aylık ve özlük hakları konusunda 4857 sayılı İş Kanunu'na tabi olacakları belirtilmiştir.

Dosya içeriğine göre davacı; davalı üniversitede üstlendiği görevi, davalı vakıf ile yaptığı bir sözleşme gereği yürütmüştür. Anılan sözleşme, Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliğinin 23. maddesine istinaden ve bu maddenin verdiği yetkiye göre yapılmıştır. Anılan maddeye ve yapılan sözleşmeye göre, davalı ile davacı arasındaki ilişki; özel hukuk kurallarına göre belirlenen özel hukuk ilişkisidir. Davalı vakıf üniversitesinin, mali ve idari konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasa’da belirtilen hükümlere tabi olması, davacının iş sözleşmesi ile çalışma olgusunu ve buna bağlı olarak İş Mahkemesinin görevini ortadan kaldırmaz. Mahkemece işin esasına girilerek karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davaya bakmaya idari yargı yeri görevli olduğundan davanın yargı yolu yanlışlığı nedeniyle reddine karar verilmesi hatalı olup bozma nedenidir.

Kabul şekli bakımından da yargı yolunun caiz olmaması 6100 sayılı HMK.’un 114. Maddesinde belirtilen dava şartlarındandır. Dava şartının yokluğu ise kanunun 115/2 maddesi uyarınca davanın usulden reddini gerektirir. Mahkemece doğrudan davanın reddine karar verilmesi de doğru olmamıştır.

Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle, bozulmasına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine 01.04.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi

27 Şubat 2019 Çarşamba

Tebligatın Vekile Yapılması Zorunluluğu!


T.C 
YARGITAY 12.Hukuk Dairesi
Esas: 2013 / 27562
Karar: 2013 / 37619
Karar Tarihi: 27.11.2013

ÖZET: Olayda derdest boşanma davası nedeni ile alacaklı, borçlunun bir vekil ile kendini temsil ettirdiğini öğrenmiş olup tebligatın vekile yapılması için icra dosyasında borçlu vekiline ait vekaletnamenin bulunmaması sonuca etkili değildir. Kaldı ki vekaletnamenin icra dosyasına ibraz edilmemesi, tebligatın vekile yapılması hususundaki yasal zorunluluğun artık ortadan kalktığı şeklinde yorumlanamaz. O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken icra dosyasına borçlu vekilinin vekaletnamesinin verilmediğinden bahisle sonuca gidilmesi ve şikayetin reddine yönelik hüküm tesisi isabetsizdir.(7201 S. K. m. 11) (1136 S. K. m. 41) (6100 S. K. m. 73, 74, 81, 82, 83)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Alacaklının genel haciz yolu ile başlattığı ilamsız icra takibine karşı, borçlu vekilinin ödeme emrinin vekil yerine asile tebliğ edildiğini ileri sürerek usulsüz tebligat şikayeti ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 11, Avukatlık Kanunu’nun 41 ve HMK. nun 73, 81, 82, 83. maddeleri gereğince vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması zorunludur.
Somut olayda, icra takibinin dayanağının İzmir 6. Aile Mahkemesi’nce boşanma davasının yargılaması sırasında davalı eş ve müşterek çocuklar yararına ara kararı ile tedbir niteliğinde hüküm altına alınan nafaka alacağı olduğu, 18.06.2013 tarihli söz konusu ara kararının borçlu (davalı) vekili Av…. ve alacaklı (davacı) vekili Av… huzuru ile verildiği ve bu hususun duruşma tutanağında belirtildiği görülmektedir.

HMK’nun 73. maddesinde, davaya vekaletin, hüküm kesinleşinceye kadar, vekilin davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına ve hükmün yerine getirilmesine ilişkin yetkiyi kapsayacağının düzenlendiği, aynı Kanunun 74. maddesine göre vekile tebligat yapılabilmesi için vekalette özel yetki verilmesinin gerekmediği, borçlu vekilinin azil ve istifası da söz konusu olmadığına göre yukarıda belirtilen emredici nitelikteki tebligat ve usul hükümleri uyarınca tebligatın borçlu vekili Av. Berrin Aydın’a yapılması gerekmektedir. Bu durumda, derdest boşanma davası nedeni ile alacaklı, borçlunun bir vekil ile kendini temsil ettirdiğini öğrenmiş olup tebligatın vekile yapılması için icra dosyasında borçlu vekiline ait vekaletnamenin bulunmaması sonuca etkili değildir. Kaldı ki vekaletnamenin icra dosyasına ibraz edilmemesi, tebligatın vekile yapılması hususundaki yasal zorunluluğun artık ortadan kalktığı şeklinde yorumlanamaz.

O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken icra dosyasına borçlu vekilinin vekaletnamesinin verilmediğinden bahisle sonuca gidilmesi ve şikayetin reddine yönelik yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

Sonuç: Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.11.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.

10 Şubat 2019 Pazar

Yargıtay, hesap kat’ı ihtarnamesine rağmen borcunu ödeyemeyenler hakkında ihtiyati haczin önünü açtı!

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, 'İçtihat Metni' özelliğindeki kararıyla, hesabın kat’ edilmesi (kapatılması-kesilmesi) ile muaccel olan (acil ödenecek hale gelen) banka borcu tartışmalarına yeni bir boyut kazandırdı.

HACZİN ÖNÜNÜ AÇTI
Kredi kartı müşterisinin borcunu ödememesi üzerine harekete geçen banka avukatı, hesabı kat’ edip alacaklıya ihtarnâme gönderdi. Bundan sonuç alamayan banka şubesi, borçlunun taşınır ve taşınmazları ile 3. kişilerdeki hak ve alacaklarının ihtiyâten haczini talep etti.

2. Tüketici Mahkemesi, bankanın bu talebini hesap kat’ı ihtarının borçluya tebliğ edilmediği ve sözleşmede de adres bulunmadığı gerekçesiyle geri çevirdi. Banka avukatı kararı temyiz edince devreye Yargıtay 19. Hukuk Dairesi girdi. Emsâl bir karara imza atan daire, bankanın haklı olduğuna hükmetti.

"REDDİ DOĞRU OLMAMIŞTIR"
Oy birliğiyle alınan kararda şöyle denildi:
"Dosya kapsamından anlaşıldığına göre kredi kartı borcunun ödenmemesi nedeniyle hesap kat’ edilmiştir. Hesabın kat’ edilmesi ile alacak muaccel olduğundan ihtiyâtî haciz şartları oluşmuştur. Bu durumda ihtiyâtî haciz talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken reddi doğru olmamıştır. Belirtilen gerekçeye binâen kararın bozulmasına, peşin harcın istek halinde temyiz eden ihtiyati haciz talep edene iâdesine oy birliğiyle karar verildi."

HESAP KAT' NEDİR
Banka nezdindeki hesap ya da hesaplarınızın dondurulduğunu bildiren, mevcut borçlarınızı 3 veya 7 gün içinde (kredinin türüne göre değişir) ödemenizi talep eden bankanın noterlik vasıtasıyla keşîde ettiği ihtarnâmedir. Kanuni süresi içerisinde içeriğine itiraz edilmeyen bir ihtarnâme icra ve iflas kanununun madde 68/b kapsamında değerlendirileceğinden itirazın kaldırılması davası açılmasını sağlayacak belgelerdendir.

İHTARNAME OLMADAN HAZİC UYGULANABİLECEK
Yargıtay 19. Hukuk Dairesi'nin verdiği bu emsal karara göre, artık mahkeme kredi kart borçlusuna ihtarname çekmeden de haciz işlemi yapabilecek.

9 Şubat 2019 Cumartesi

Şirket ortağı hisse devrinden sonraki dönemlere ait vergi borcundan sorumlu tutulamaz!

DANIŞTAY 
YEDİNCİ DAİRE

Tarih : 27.06.2001

Esas No : 2000/3801
Karar No : 2001/2476

LİMİTED ŞİRKET ORTAĞI HİSSE DEVRİNDEN SONRAKİ DÖNEMLERE AİT VERGİ BORCUNDAN SORUMLU TUTULAMAZ 


Limited şirketteki hissesinin tamamını noter tasdikli hisse devir sözleşmesi ile devrettiği ve bu durumun Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayımlanarak tescil ve ilan edildiği hususlarının taraflar arasında ihtilafsız bulunması karşısında, şirketle hiçbir hukuki bağı kalmayan davacı, hisse devrinden sonraki dönemlere ait vergi borçlarından sorumlu tutulamaz.

İstemin Özeti: 

(...) Akaryakıt Nakliyat Turizm Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nden tahsil imkanı kalmayan kamu alacağının, kanuni temsilci sıfatıyla davacıdan tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrini; olayda, davacının limited şirketteki hissesinin tamamını noter tasdikli (...) tarihli hisse devir sözleşmesi ile devrettiği ve bu durumun (...) tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayımlanarak tescil ve ilan edildiği hususlarının taraflar arasında ihtilafsız bulunması karşısında, şirketle hiçbir hukuki bağı kalmayan davacının, hisse devrinden sonraki dönemlere ait vergi borçlarından sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle iptal eden Vergi Mahkemesi Kararı’nın; yapılan işlemin yerinde olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir. 

Karar: 

Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine oy birliği ile karar verildi.

3 Şubat 2019 Pazar

Zamanaşımı Nedir? Zamanaşımı Süreleri Nelerdir?

Hukuktaki hak düşürücü sürelerden biridir. Hukuk kuralları içerisinde bir kişiye tanınmış olan hakların ve bu haklardan kaynaklanan yükümlülüklerin belirlenen süreleri aşması(geçmesi) durumudur. Zamanaşımı ile birlikte hüküm sona erer.

Zamanaşımı süreleri?
Zamanaşımı süreleri davanın konusu ve hukuki durumun sebebine göre farklılık göstermektedir. Bu yüzden tek bir zamanaşımı süresi öngörülemeyecektir. Zamanaşımı süresinin durduğu haller dışında, zamanaşımının öne sürülemeyeceği durumda mevcuttur. Özellikle Ceza davaları kamusal davalar olmasından dolayı, zamanaşımı süresini mahkeme resen dikkate almaktadır. Hukuk davalarında ise zamanaşımı defi ile  taraflarca öne sürülebilecektir.

Ceza davalarında zaman aşımı süreleri:

TCK m.68/1’de;
  • Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarında kırk yıl, 
  • Müebbet hapis cezalarında otuz yıl, 
  • Yirmi yıl ve daha fazla süreli hapis cezalarında yirmidört yıl, 
  • Beş yıldan fazla hapis cezalarında yirmi yıl, 
  • Beş yıla kadar hapis ve adli para cezalarında on yıl geçmesiyle birlikte kanunda öngörülen cezanın infaz edilmeyeceği ifade edilmiştir.
  • Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle ceza infaz edilemez.

Anlaşmalı Boşanma Davasının Şartları Nelerdir?

Anlaşmalı boşanma davası şartları Türk Medeni Kanunumuzun 166.maddesinin 3. fıkrasında belirtilmiştir. 

Bu Şartlar;

A) Evlilik en az bir yıl sürmüş ise,
Evlilik bir yıldan az sürmüşse o halde tarafların anlaşmalı olarak boşanmaları mümkün olmayacaktır. 

B)Eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde,
Eşlerden birinin mahkemeye başvurması veya bir eşin diğerinin davasını(anlaşmalı boşanmayı) kabul etmesi gerekir.

C) Hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi,
Tarafların açıklayacağı anlaşmalı boşanma iradesinin hiçbir baskı,tehdit ve şiddet altında kalınmadan, tarafların iradelerini özgürce açıkladığına; hâkim tarafları dinleyerek kanaat getirmesi gerekir.
Eğer taraflardan biri davada vekille temsil ediliyor ise, tarafların boşanma iradelerini, mahkeme huzurunda bizzat kendilerinin ifade etmesi gerekmektedir. 

D) Tarafların anlaşmalı boşanmanın malî sonuçları ve çocukların durumu ile ilgili olarak bir protokol üzerinde anlaşmaları ve hakimin de bu protokolü uygun bulması,

Boşanmanın mali sonuçları,  maddi-manevi tazminat ve nafaka gibi unsurlardır. 

Tarafların bu konularda(tazminat, nafaka) anlaşmaları gerekir. Ayrıca tarafların tüm bu unsurlarla birlikte şayet çocukları varsa çocukların velayeti konusunda da bir anlaşmaya varmaları gerekmektedir.

Özellikle velayet konusunda Hâkim, çocukların menfaatlerini göz önünde bulundurarak, taraflar arasında yapılan söz konusu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikler yapabilecektir. 

Son olarak, tarafların bir anlaşmalı boşanma protokolü hazırlaması ve bunu anlaşmalı boşanma dosyasına ibraz(sunması) gerekecektir. 

Tüm şartların sağlanmasıyla birlikte taraflar hazırladıkları protokol üzerinde anlaşılan hususları tutanağa geçirtmek suretiyle ve bununda hâkim tarafından uygun bulunması durumunda ya da hâkimin gerekli gördüğü hususlarda değişiklik yapılmasıyla birlikte, taraflarında bunu kabul etmesi halinde, hâkim tarafların boşanmalarına karar vermektedir.

1 Şubat 2019 Cuma

Memurların 'sosyal medya' paylaşımları için Danıştay'dan emsal karar!

Sınıf öğretmenine, telefonla uygunsuz mesajlar gönderilmesi ve yine sosyal medya hesabından uygunsuz görüntüler paylaşması olayıyla ilgili başlatılan disiplin soruşturmasında 'bir yıl kıdem indirme' cezası verildi.

Disiplin cezasını mahkemeye taşıyan öğretmenin açtığı davada İdare Mahkemesi tarafından davanın reddine karar verildi. Kararın temyiz edilmesi üzerine ise, Danıştay 12. Dairesi kararı hatalı bularak bozdu.

Danıştay, davacı öğretmenin,telefonla müstehcen mesajlar göndermek ve internet üzerinden görüşme programı aracılığı ile uygunsuz görüntüler göstermekten ibaret olan fiilinin, 657 sayılı Kanun'un 124/2. maddesi uyarınca memur disiplin hukukunu ilgilendiren bir yönünün bulunmadığı ve disiplin suçu oluşturmadığı, söz konusu fiilin bir disiplin suçu olarak değerlendirilerek davacının bir yıl kıdem indirme cezasıyla cezalandırılması işleminin Anayasa'nın 20. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8. maddesi uyarınca "özel hayata saygı hakkının" ihlali sonucunu doğuracağını değerlendirdi.

İÇTİHAT METNİ
T.C. D A N I Ş T A Y 
12. Daire Esas No : 2012/8980 
Karar No : 2016/1586

İstemin Özeti: Denizli İdare Mahkemesince verilen 08/03/2012 tarihli ve E:2011/754; K:2012/255 sayılı kararın, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. 

Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir. 
Danıştay Tetkik Hâkimi : Burak Gençoğlu Düşüncesi : Davacının fiilinin, 657 sayılı Kanun'un 124/2. maddesi uyarınca memur disiplin hukukunu ilgilendiren bir yönünün bulunmadığı ve disiplin suçu oluşturmadığı, söz konusu fiilin bir disiplin suçu olarak değerlendirilerek davacının bir yıl kıdem indirme cezasıyla cezalandırılmasının Anayasa'nın 20. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8. maddesi uyarınca "özel hayata saygı hakkının" ihlali sonucunu doğuracağı anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta olup, bu nedenle aksi yönde verilen İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince işin gereği görüşüldü: Dava; Denizli İli, Raşit Özkardeş İlköğretim Okulu'nda sınıf öğretmeni olarak görev yapan davacının, 4357 sayılı Kanun'un 7/(c) maddesi uyarınca bir yıl kıdem indirme cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin 25.03.2011 tarihli ve 464 sayılı işleminin iptali istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesince, davacı hakkında düzenlenen soruşturma raporu ile eki bilgi, belge ve ifadelerin değerlendirilmesinden; davacının öğretmenlik şerefini ihlal edici hallerde bulunduğu hususunun sübuta erdiği anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. 

Davacı tarafından, Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir. Anayasa'nın "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10. maddesinde; "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir..." hükmüne yer verilmiş, Devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları vurgulanmış, "Özel hayatın gizliliği ve korunması" başlıklı bölümündeki 20/1. maddesinde; "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz." düzenlemesine, 90/5. maddesinde ise; "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." düzenlemesine yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" başlıklı 8. maddesinde; "Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." hükmü, "Ayrımcılık yasağı" başlıklı 14. maddesinde; "Bu Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." hükmü bulunmaktadır. Dava konusu işlem tarihinde yürürlükte bulunan, 4357 sayılı Hususi İdarelerden Maaş Alan İlkokul Öğretmenlerinin Kadrolarına, Terfi, Taltif ve Cezalandırılmalarına ve Bu Öğretmenler İçin Teşkil Edilecek Sağlık ve İçtimai Yardım Sandığı İle Yapı Sandığına ve Öğretmenlerin Alacaklarına Dair Kanun'un 7. maddesinin (c) bendinde; öğretmenlik şerefini ihlal edici hallerde bulundukları, meslektaşlarının veya talebenin haklarını kasten zarara uğrattıkları sabit olanlara suçlarının derecesine göre bir yıldan dört yıla kadar kıdem indirme cezası verileceği hükme bağlanmıştır. 

Dosyanın incelenmesinden; Denizli İli, Raşit Özkardeş İlköğretim Okulu'nda sınıf öğretmeni olarak görev yapan davacı hakkında, Çameli İlçesi, Kalınkoz İlköğretim Okulu'nda görev yapmakta iken 29.07.2010- 09.09.2010 tarihleri arasında aynı okulda görev yapan öğretmen S.Y.'ye telefonla müstehcen mesajlar gönderdiğine ve internet üzerinden görüşme programı aracılığı ile uygunsuz görüntüler gösterdiğine ilişkin olarak hakkında soruşturma başlatıldığı, yürütülen disiplin soruşturması sonucunda düzenlenen raporda getirilen teklif doğrultusunda, 25.03.2011 tarihli ve 464 sayılı işlemle, 4357 sayılı Kanun'un 7/(c) maddesi uyarınca bir yıl kıdem indirme cezasıyla cezalandırılması üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlıkta, davacının özel hayat alanı içerisinde, telefonla müstehcen mesajlar göndermesi ve internet üzerinden görüşme programı aracılığı ile uygunsuz görüntüler göstermesi nedeniyle cezalandırılması karşısında, söz konusu fiilin Anayasa'nın 20/1. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesi uyarınca "özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı" kapsamında bulunup bulunmadığı konusunun irdelenmesi gerekmektedir. Konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları incelendiğinde; başta Dudgeon-Birleşik Krallık Kararı (Başvuru No: 7525/76 - Karar Tarihi: 22.10.1981) olmak üzere bu konuda verilmiş çok sayıda karar bulunduğu, özellikle Smith ve Grady-Birleşik Krallık Kararı (Başvuru No:33985/96, Karar Tarihi:27.09.1999), Lustig/Prean ve Beckett-Birleşik Krallık Kararı (Başvuru No:31417/96-Karar Tarihi: 27.09.1999), Perkins ve R.- Birleşik Krallık Kararı (Başvuru No:43208/98- Karar Tarihi: 22.10.2002), Beck, Copp ve Bazeley-Birleşik Krallık (Başvuru No:48535/99-Karar Tarihi: 22.10.2002), kararlarında; eşcinsel kişilerin salt cinsel yönelimlerinden dolayı ordudan ihraç edilmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinin ihlali olarak karara bağlanmış, Özpınar- Türkiye Kararında (Başvuru No:20999/04-Karar Tarihi:19.10.2010) ise; bir yargıcın özel hayatında arkadaşlık ettiği kişiler ve giyim tarzı, aşırı makyaj yapması gibi iddialar ön plana çıkarılarak meslekten çıkarılması anılan hakkın ihlali olarak değerlendirilmiş, anılan yargıçla ilgili iddiaların bu kişinin mesleğini icrasına etkisinin somut olarak ortaya konulamadığı hususu vurgulanmıştır. 

Öte yandan Anayasa Mahkemesi 03.04.2014 tarihli ve Başvuru No:2013/1614 sayılı kararında; kamu görevlisi olan başvurucunun cinsel içerikli görüntülerinin internette yayınlanmasına ilişkin olay nedeniyle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/E-(g) maddesi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin uyuşmazlıkta, başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dahil özel yaşam eylemleri olduğu anlaşıldığından, başvurucunun Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bakılan olayda, davacıya isnat edilen fiilleri okul içerisine ve öğrencilere yansıttığına ilişkin bir delil, tespit veya tanık bulunmamaktadır. 

Bu durumda; davacının telefonla müstehcen mesajlar göndermek ve internet üzerinden görüşme programı aracılığı ile uygunsuz görüntüler göstermekten ibaret olan fiilinin, 657 sayılı Kanun'un 124/2. maddesi uyarınca memur disiplin hukukunu ilgilendiren bir yönünün bulunmadığı ve disiplin suçu oluşturmadığı, söz konusu fiilin bir disiplin suçu olarak değerlendirilerek davacının bir yıl kıdem indirme cezasıyla cezalandırılmasının Anayasa'nın 20. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8. maddesi uyarınca "özel hayata saygı hakkının" ihlali sonucunu doğuracağı anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka uyarlık, davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında da hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İdare Mahkemesine gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere 23/03/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.