29 Mart 2019 Cuma

Fatura – İcra Takibi – İtirazın İptali – Ödeme Savunması – Cari Hesap İlişkisi – İspat Yükümlülüğü – Yazılı Delil

Yargıtay Kararları

Fatura – İcra Takibi – İtirazın İptali – Ödeme Savunması – Cari Hesap İlişkisi – İspat Yükümlülüğü – Yazılı Delil 11.08.2018 13 Görüntülenme

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Tarih: 28.03.2018 Esas: 2017 / 1634 Karar: 2018 / 633

Fatura – İcra Takibi – İtirazın İptali – Ödeme Savunması – Cari Hesap İlişkisi – İspat Yükümlülüğü – Yazılı Delil

Özet:
Dava faturaya bağlanmış alacağın tahsili için girişilen icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Dava konusu icra takibinde iki adet faturaya dayanılmış, davalı ödeme savunmasında bulunmuştur. Bu durumda ispat külfeti davalıda olup davalı takibe konu fatura bedellerini ödediğini yazılı şekilde kanıtlamakla yükümlüdür. Mahkemece bilirkişi raporu alınmış, bilirkişi tarafından tarafların ticari defterleri incelenerek rapor tanzim edilmiş ise de raporda taraflar arasındaki tüm cari hesap ilişkisi irdelenip değerlendirilmiştir. Oysa davamızın konusu sadece iki faturadır. Nitekim davalı vekilince bu yönler bakımından bilirkişi raporuna itiraz edilmiştir. Bu durumda mahkemece dava konusu edilen faturalarla sınırlı olarak ve ödeme savunması gözetilerek inceleme yapılması gerektiğinden bilirkişiden itirazların da değerlendirileceği ek rapor veya gerektiğinde yeni bir bilirkişiden ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

MAHKEMESİ : Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesince itirazın kısmen iptaline dair verilen 20.02.2013 gün ve 2012/108 E., 2013/70 K. sayılı karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 23.09.2013 gün ve 2013/10465 E., 2013/14493 K. sayılı kararı ile;

(…Dava; faturadan doğan toplam 14.847,38 TL alacağın tahsili amacıyla başlatılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davalı vekili; takibe konu edilen toplam 12.876,00 TL bedelli 2 adet fatura borcu için müvekkilinin çek ve havale yoluyla toplam 15.490,00 TL ödeme yaptığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece toplanan delillere göre; tarafların defter kayıtlarının fatura kayıtları yönünden birbirini teyit ettiği, farklılığın nedeninin davacı defterinde kayıtlı olup davalı defterinde kayıtlı olmayan 1.000,00 TL’lik davalı nakit ödemesi ve 4.437,00 TL’lik davalı borç dekontu ile davalı defterinde kayıtlı olup davacı defterinde kayıtlı olmayan 45,00 TL ödeme farkından kaynaklandığı, bunun yanında 4.437,00 TL’lik borç kaydının davalı tarafça sunulan belgelerde de kayıtlı olduğu, dolayısıyla davacının bu miktar kadar da davalıdan alacaklı olduğu, ayrıca davacı tarafın kendi kayıtlarında 450,00 TL olarak geçen ödemeyi 495,00 TL olarak kabul ettiği, bu durumda davacının davalıdan 10.252,53 TL alacaklı olduğu, ancak davalının faiz talebinin haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava konusu icra takibinde iki adet faturaya dayanılmış, davalı ödeme savunmasında bulunmuştur. Bu durumda ispat külfeti davalıda olup davalı takibe konu fatura bedellerini ödediğini yazılı şekilde kanıtlamakla yükümlüdür. Mahkemece bilirkişi raporu alınmış, bilirkişi tarafından tarafların ticari defterleri incelenerek rapor tanzim edilmiş ise de raporda taraflar arasındaki tüm cari hesap ilişkisi irdelenip değerlendirilmiştir. Oysa davamızın konusu sadece iki faturadır. Nitekim davalı vekilince bu yönler bakımından bilirkişi raporuna itiraz edilmiştir. Bu durumda mahkemece dava konusu edilen faturalarla sınırlı olarak ve ödeme savunması gözetilerek inceleme yapılması gerektiğinden bilirkişiden itirazların da değerlendirileceği ek rapor veya gerektiğinde yeni bir bilirkişiden ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…) gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava faturaya bağlanmış alacağın tahsili için girişilen icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili aralarındaki ticari ilişki uyarınca müvekkilinin davalıya mal satışı yaptığını ve fatura düzenlediğini, davalının fatura bedelini ödememesi üzerine aleyhine icra takibine geçildiğini, davalının fatura bedellerinin ödendiği iddiası ile takibe haksız yere itiraz ettiğini belirterek, itirazın iptali ile takibin devamına ve %40 oranında icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davacı taraf ile müvekkili arasında ticari ilişki bulunduğunu, cari hesap ekstreleri incelendiğinde 26.05.2010 tarihinde 10.000,00 TL bedelli çek, 30.04.2010 tarihinde 2.990,00 TL EFT ile 29.05.2010 tarihinde 2.500,00 TL EFT ile ödeme olmak üzere toplam 15.490,00 TL ödeme yapıldığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, tarafların defter kayıtlarının fatura kayıtları yönünden birbirini teyit ettiği, farklılığın nedeninin davacı defterinde kayıtlı olup davalı defterinde kayıtlı olmayan 1.000,00 TL’lik davalı nakit ödemesi ve 4.437,00 TL’lik davalı borç dekontu ile davalı defterinde kayıtlı olup davacı defterinde kayıtlı olmayan 45,00 TL ödeme farkından kaynaklandığı, bunun yanında 4.437,00 TL’lik borç kaydının davalı tarafça sunulan belgelerde de kayıtlı olduğu, dolayısıyla davacının bu miktar kadar da davalıdan alacaklı olduğu, ayrıca davacı tarafın kendi kayıtlarında 450,00 TL olarak geçen ödemeyi 495,00 TL olarak kabul ettiği, bu durumda davacının davalıdan 10.252,53 TL alacaklı olduğu, ancak faiz talebinin haksız olduğu gerekçesiyle itirazın kısmen iptaline karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyiz itirazları üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçeler ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece tarafların ticari kayıt ve belgelerinde yapılan incelemenin yeterli olduğu, yeni bir inceleme yapılmasına gerek olmadığı, tarafların ticari ilişkilerinin sadece dava konusu iki faturaya dayalı olmadığı, dava konusu faturaların 09.04.2010, 18.05.2010 tarihli olduğu, davalının ödeme yaptığını belirttiği 10.000,00 TL lik ödemenin 08.04.2010 tarihinde davacının defterlerine ödeme olarak işlendiği, faturaların bu tarihten sonra düzenlendiği, kaldı ki davalının yaptığı ödemelerde hangi faturaya istinaden ödeme yaptığı hususunu belirtmediği, davacının ticari kayıtlarına göre en son 29.05.2010 tarihinde davalı tarafından yapılan nakit ödemenin bulunduğu, davalı tarafın ise yapmış olduğu tüm ödemeleri 31.01.2011 tarihi itibariyle defterine işlediği, bu durumda davalının ödeme iddiasının dava konusu faturalarla sınırlı olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, taraflar arasındaki cari ilişkiye istinaden teslim edilen mallar ile yapılan ödemelerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği gerekçeleri ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: Taraflar arasında var olan ticari ilişkiye istinaden yapılan mal satışı nedeni ile ödenmediği iddia edilen iki adet fatura alacağına bağlı olarak başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali davasında yapılacak olan incelemenin taraflar arasındaki tüm cari hesap ilişkisi gözetilerek mi, davaya konu edilen faturalar ile sınırlı olarak ve ödeme savunması gözetilerek mi yapılması gerektiği noktasında toplanmıştır.
Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal düzenlemelerin incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 89. maddesine göre iki kişinin herhangi bir hukuki sebep veya ilişkiden doğan alacaklarını teker teker ve ayrı ayrı istemekten karşılıklı olarak vazgeçip bunları kalem kalem alacak ve borç şekline çevirerek hesabın kesilmesinden sonra çıkacak artan tutarı isteyebileceklerine ilişkin sözleşme cari hesap sözleşmesi olarak tanımlanmıştır. Aynı maddede cari hesap sözleşmelerinin yazılı yapılmadıkça geçerli olmayacağı belirtilmiştir. Buna göre, taraflar arasında yazılı bir cari hesap sözleşmesi bulunmadıkça TTK’ nın cari hesaba ilişkin hükümleri uygulanamayacaktır.
Açık hesap ilişkisi ise önceki borçlar tahsil edilmemesine rağmen taraflar arasındaki ticari ilişkinin devam etmesi durumudur. Açık hesap ilişkisinde taraflar tek taraflı ya da karşılıklı olarak alacaklarını hesaba kaydedip belirli hesap dönemlerine bağlı kalmaksızın hesaplaşma yaptıklarından, bu ilişkiye TTK’ daki cari hesaba ilişkin hükümleri uygulanamaz.
“İtirazın iptali davası 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 67 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Ödeme emrine itirazın iptali davası, (konusu borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan) bir eda davasıdır.
İtirazın iptali davası, takip alacaklısı tarafından, ödeme emrine (süresi içinde) itiraz etmiş (m.62) olan takip borçlusuna karşı açılır. Alacaklı davayı kazanırsa (yani, mahkeme borçlunun borçlu olduğu kanısına varırsa), mahkeme, borçlunun itirazının iptaline karar verir; işte bundan dolayı, bu davaya itirazın iptali davası denir.
İİK m.68-68/a’ daki yazılı belgelerden birine sahip bulunmayan alacaklı, itirazın hükümden düşürülmesini sağlayabilmek (yani, itiraz ile duran icra takibine devam edilmesini isteyebilmek) için, yalnız itirazın iptali davası yoluna başvurabilir; icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını isteyemez.
Buna karşılık, alacağı m.68-68/a’ daki yazılı belgelerden birine bağlı olan alacaklı, itirazın iptali için mahkemede dava açmak (m.67) veya itirazın kaldırılması için icra mahkemesine başvurmak (m.68-68/a) hususunda, bir seçim hakkına sahiptir.
İtirazın iptali davasının konusu, icra takibi konusu yapılmış olan alacaktır; bu nedenle, itirazın iptali davası açılmadan önce, borçlu itiraz ettiği borcu tamamen öderse, alacaklının itirazın iptali davası açmakta hukuki yararı (HMK m.l 14/1-h) yoktur ” ( Kuru, B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Eylül 2007,s.107 ).
İtirazın iptali davası icra takibine sıkı sıkıya bağlı; itiraz üzerine duran icra takibinin devam edebilmesini sağlayan ve takip hukuku içinde olmakla birlikte, maddi hukuk ilişkisinin incelenerek uyuşmazlığı kesin hükümle sonuçlandıran bir davadır. Davanın takibe bağlılığı alacağın miktarı bakımından söz konusu olduğu gibi alacağın kaynağı bakımından da geçerlidir.
Kısmi ifaya ilişkin kurallar (taraflar arasındaki sözleşmenin akdedildiği ve icra takibinin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 84 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Kanunun 85 inci maddesinin birinci fıkrasına göre birden fazla borcu bulunan borçlu, ödeme zamanında bu borçlardan hangisini tediye etmek istediğini alacaklıya beyan etme hakkına haizdir. 86 ncı maddeye göre de yasal olarak geçerli bir beyan vaki olmadığı yahut makbuzda ödemenin hangi borca mahsup edileceği gösterilmediği takdirde, tediye muaccel olan borca mahsup edilir. Birden çok borç muaccel ise tediye, borçlu aleyhinde birinci olarak takip edilen borca mahsup edilir. İcra takibi yapılmamış ise tediye, vadesi daha önce gelmiş olan borca mahsup edilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.05.2006 tarih, 2006/19-260 E.-2006/251 K., 09.06.2010 tarih, 2010/19-262 E.-2010/304 K. ve 27.01.2016 gün 2015/15-1830 E.-2016/98 K. sayılı kararlarında da bu yönde açıklamalar yer almaktadır.
Somut olayda ise, taraflar arasında bir borç ilişkisi bulunduğu ve borçlunun daha evvel bir kısım ödemeler yaptığı belirtilmekte, davacı davasını yalnızca iki adet faturaya dayandırmakta ve davalı da ödeme savunmasında bulunmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, eldeki davada, ispat yükünün davalı tarafta bulunduğu, yapılan ödeme savunmasının da yazılı delille ispatının gerektiği, taraflar arasında yazılı bir cari hesap sözleşmesi bulunmadığından aradaki ilişkinin açık hesap ilişkisi olarak değerlendirilebileceği ve Özel Daire kararında belirtildiği gibi mahkemece sadece takip konusu faturalar ve ödeme savunması bakımından araştırma ve değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği, aksi yönde yapılacak araştırmanın ise itirazın iptali davasının niteliği ile bağdaşmayacağı hususları açık olduğundan, mahkemece önceki kararda direnilmesi doğru değildir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davalı tarafça cari hesap ekstresi adı altında sunulan belgeden taraflar arasında bir açık hesap ilişkisi bulunduğu, bu itibarla takip öncesinde yapılan kısmi ödemelerin alacaklı yanca hangi borca mahsup edilmesi istenmişse bu iradeye üstünlük tanınması ve ödemelerin birden çok borcun vadelerine göre sıralanması gerektiği, kaldı ki tarafların defter ve belgelerinin de 1.000,00 TL lik tek bir unsur dışında örtüştüğü, uyuşmazlığın ancak açık hesap ilişkisinin sonuna kadar incelenerek çözümlenebileceği ileri sürülmüşse de bu görüş açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
O hâlde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük yasal süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.03.2018 gününde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY
Dava, faturalı alacağa yönelik icra takibine vaki itirazın iptali isteminden ibarettir.
Yerel mahkemece yapılan inceleme ve araştırma sonucunda, taraflar arasındaki ticari ilişkinin cari hesap biçiminde sürdürüldüğü, taraf defterlerinin incelenmesinde davacı tarafça kesilen faturaların davalı defterinde de kayıtlı bulunduğu, keza davalı yanca yapılan ödemelerin davacı yanın defterinde yer aldığı gibi davalı tarafından yapılan ve kendi defterinde kayıtlı olmayan 1.000 TL tutarındaki ödemenin dahi kayıtlı bulunduğu, davalının yaptığı ödemelerin hangi faturaya mahsup edileceği konusunda herhangi bir kayıt koymadığı saptanmış olup bu hususlar taraflar arasında esasen uyuşmazlık konusu değildir. Her ne kadar taraflar arasında yazılı bir cari hesap sözleşmesi bulunmadığından kararda “cari hesap” denilmesi yerinde değilse de yaptırılan bilirkişi incelemesinin açık hesaba dayalı olarak gerçekleştirilmiş olması nedeniyle yapılan bu hata sonuca etkili değildir.
Bu durumda, ödeme tarihleri itibariyle uygulanması gereken 818 sayılı BK’nın 85. ve özellikle 86. maddesi uyarınca, alacaklının, davalının yaptığı ödemeleri daha önce muaccel olan alacaklarına mahsup etmiş olması yasaya uygundur. Davalı yanın, muhtelif tarihlerde yapmış olduğu ödemelerin tümünü aynı gün defterine kaydetmiş olması olgusunun sonuca etkisi yoktur. Çünkü, davacı alacaklı yanın, topluca yapılmış olsa dahi ödemeleri daha önce muaccel olan alacaklarına mahsup etmesine davalının karşı çıkabilmesi yasal olarak mümkün görünmemektedir. Şu halde, mahkemece, bu yasal durumun ve işin kaçınılmaz aritmetiğinin gerektirdiği üzere, taraflar arasındaki ilişkinin tümü incelenerek sonuca varılması son derece isabetlidir. Nitekim bu yönteme uygun şekilde yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda, davalının takip konusu faturaların 10.252,53 TL’lik kısmını ödemediği, bir başka deyişle, davalının, takip konusu fatura tutarlarını tümüyle ödediğine ilişkin savunmasını ispatlayamadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle, Özel Dairenin bozma kararında yazılı olduğu biçimde yeni bir araştırma yapılmasına gerek olmadığına değinen, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerektiğini düşünmekteyim.

Esasen, Özel Daire’nin 27.3.2013 gün ve 2013/1237-5405 sayılı kararına da yansıdığı üzere, Yargıtay 19. HD’nin uygulaması da bu yönde olduğu gibi gerek HGK ve gerekse de üyesi bulunduğum Yargıtay 11. HD’nin uygulamaları da aynı yöndedir. Nitekim, Genel Kurul görüşmeleri sırasında da bu husus açıkça ortaya konmuş olmasına karşın yasaya, Yargıtay uygulamasına ve dosya kapsamına aykırı olacak biçimde direnme kararının bozulmasına oy çokluğu ile karar verilmiş olmasının, son derece hatalı olduğu inancındayım.

18 Mart 2019 Pazartesi

Faturadaki 10 liralık fazla için 3 yıl hukuk mücadelesi verdi!

İzmir'de internet faturası 10 lira fazla gelen bir tüketici 3 yıl süren davayı kazandı. Mahkeme, "tahsilatına aracılık edilen hizmet bedeli"ni iptal etti.

İzmir'de internet faturasının 10 lira fazla gelmesi üzerine başlattığı hukuk mücadelesini 3 yıl sonra kazanan Veysel Dündar, firmaya tazminat davası da açtı.

Güzelbahçe ilçesinde oturan 63 yaşındaki Veysel Dündar, 2013'te evine internet bağlatmak için özel bir şirkete müracaat etti. Ayda 35 lira ödeme taahhütü karşılığında bir yıllık sözleşme imzalayan Dündar'a ilk ay 45 lira fatura geldi.

Dündar, 35 lira ödemesi gerektiğini belirterek, firmadan ayrıntılı fatura talebinde bulundu. Bu arada Dündar, ikinci ay gelen 37,5 liralık faturayı ödedi. İlgili firma ise 45 lira olan ilk fatura ödenmediği için internet hizmetini durdurdu.

Bu 10 liranın "tahsilatına aracılık edilen hizmet bedeli" olarak istendiğini gören Dündar, bedelin iptali için 2014'te Güzelbahçe Tüketici Hakem Heyetine başvurdu. Hakem heyeti, şirketi haklı bulunca Dündar, 2015'te bu kez İzmir 7. Tüketici Mahkemesine başvurdu.

İncelemeler ve iki bilirkişi raporu sonrası Temmuz 2017'de mahkeme heyeti, haklı bulduğu Dündar'ın 45 lira değil 35 lira ödemesine hükmetti. Dündar, yaklaşık 3 yıl süren hukuki mücadele sonunda firmaya 35 lira internet faturası ödedi.

Temmuzda şirkete maddi ve manevi tazminat davası da açan Dündar, şimdi bu süreci takip ediyor.

"HAKSIZLIĞI YENMEK ZORUNDAYIZ"
Veysel Dündar, yaptığı açıklamada, internet faturasındaki bu 10 liralık fark için yaptığı mücadelede yakın çevresinden farklı tepkiler aldığını söyledi. Arkadaşlarının "10 lira için değer mi?" şeklindeki sözlerine hiç kulak asmadığını vurgulayan Dündar, "Çünkü karşı taraf da bunu kullanıyor. Bu, insanlarımızın bir zaafı. Bugün 5 lira olur yarın 15 lira. Haksızlığı yenmek zorundayız. Yoksa daha büyük haksızlıkla gelir. Haksız bir davranışa tepki göstermemiz lazım" dedi.

"PARA DEĞİL VAKİT KAYBETTİM"
Yaklaşık 3 yıl boyunca harcadığı paraya değil zamana üzüldüğünü belirten Dündar, bu sürede birçok kişiden yardım aldığını dile getirdi. Tüketici derneklerinin tavsiyesi üzerine konuya ilişkin tazminat davası açtığını kaydeden Dündar, "Bilirkişi raporlarında bu işin ayıplı hizmete girdiğini, o yüzden tazminat hakkım olduğunu söylediler. Ben de bu bağlamda gerekçeli karar çıktıktan sonra tazminat hakkımı kullanmak için dava açtım. O süreç de devam ediyor" ifadelerini kullandı. 

NTV

Boşanan koca işsiz de olsa nafaka ödeyecek!

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, işsiz ve herhangi bir geliri olmayan erkeğin, boşanma davasında tam kusurlu bulunan çalışan eşine tedbir nafakası ödemesi gerektiğine hükmetti.

Şiddetli geçimsizlik yaşayan çift, 4. Aile Mahkemesi'ne müracaat ederek karşılıklı boşanma davası açtı. Davacı ve davalı erkek, karısının güleryüz göstermediğini, tüm vaktini internette geçirdiğini, hakaret ettiğini, sadakatsiz davranışlar içine girdiğini öne sürdü. Evlilik birliğinin sarsıldığını ileri sürerek boşanmalarına, kararın kesinleşmesinden itibaren 25 bin TL maddi tazminat ile 50 bin TL manevi tazminatın faiz ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etti. 

Davalı ve davacı kadın ise eşinin birlik görevlerini yerine getirmediğini, her tartışmada kendisini evden kovduğunu iddia etti. En son davacının agresifliğinden korkarak annesine sığındığını, bir süre sonra evin eşyalarının satıldığını öğrendiğini ileri sürerek boşanmalarına karar verilmesini istedi. 50 bin TL maddi tazminat ile 50 bin TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etti. Mahkeme, boşanmaya sebep olaylarda erkek yönünden ispatlanmış bir kusur bulunmadığına, kadının ise evlilik birliğinin kutsallığı ile bağdaşmayacak şekilde üçüncü bir kişi ile aşk ve gönül ilişkisi içerisinde olduğu gerekçesiyle davalı-karşı davacı kadının davasının reddine hükmetti. Erkeğin boşanma davasının kabulüne, erkek yararına 5 bin TL maddi, 5 bin TL de manevi tazminata karar verdi. Karar temyiz edildi. 

İŞSİZ OLMAK TEDBİR NAFAKASINA ENGEL DEĞİL
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi,mahkemenin kadına ara kararla aylık 500 TL tedbir nafakası takdir edildiğine, sonraki ara kararı ile davacı-karşı davalı kocanın işsiz olması ve hiçbir gelirinin bulunmadığı gerekçesiyle tedbir nafakasının durdurulduğuna dikkat çekti. 

Daire, davacı-karşı davalı kocanın işsiz olması ve gelirinin bulunmaması hükmedilen tedbir nafakasının tamamıyla kaldırılmasını gerektirmeyeceğine hükmetti. İşsizliğin ancak daha önce takdir edilen nafakanın indirilmesi için bir gerekçe olabileceği gerekçesiyle mahkeme kararı bozuldu. Aile Mahkemesi, ilk kararında direnince bu kez devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi. 

KADIN KUSURLU OLSA DA TEDBİR NAFAKASI ALIR
Genel Kurul kararında; boşanma ve ayrılık davalarında, tarafların kusur durumunun hiçbir şekilde tedbir nafakasının takdirine etkili bir unsur olmadığı hatırlatıldı. Kararda şöyle denildi: "Kusurlu eş yararına dahi, bu tedbirlerin alınması mümkündür. Yine, her iki tarafın da gelirinin bulunması tedbir nafakası verilmesini engelleyici bir hal değildir. Ancak eşlerin ekonomik güçlerinin birbirine yakın olması durumu söz konusu ise bu durumda geçici tedbir nafakası verme zorunluluğunun ortadan kalkacağı söylenebilir. Bu ilkeler kapsamında somut olay değerlendirildiğinde, tarafların 20.02.2011 tarihinde evlendikleri, aralarındaki anlaşmazlıklar sebebiyle karşılıklı olarak boşanma davası açtıkları anlaşılmaktadır. Yargılama sonunda ise davacı-karşı davalı erkeğin boşanmaya yol açan olaylarda bir kusurunun bulunmadığı, davalı-karşı davacı kadının ise başkası ile aşk ve gönül ilişkisi içerisine girdiği, bu sebeple tam kusurlu olduğu gerekçesiyle, erkeğin davasının kabulüyle tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Kadının davasının ise reddine karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine mahkemenin boşanma ve kusur belirlemesine dair gerekçesi onanmak suretiyle kesinleşmiş, karar sadece tedbir nafakasına dair olarak bozulmuştur. Mahkemenin direnme gerekçesinin aksine erkeğin gelirinin bulunmaması, kadının çalışıyor olması veya kusur durumu kadın yararına tedbir nafakası hükmedilmesine engel teşkil eden vakıalar değildir. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Karar oy birliği ile bozulmuştur."

Yargıtay otoparklarla ilgili emsal bir karara imza attı!

Yargıtay otoparklarla ilgili emsal bir karara imza attı. Kararda otoparktan çalınan aracın sorumluluğunun işletme ve çalışanda olduğuna hükmedildi.

Yargıtay, otoparka teslim edilen aracın çalınmasından işletme ile çalışanın sorumlulu olduğuna hükmetti. 

Arkadaşlarıyla yemek için bir restorana giden genç, lüks aracını park etmesi için restoranın otopark görevlisine emanet etti. Görevlinin lokantanın diğer müşterilerine ait araçlarla ilgilendiği esnada lüks araç kimliği belirsiz kişilerce çalındı. 

Mağdur araç sahibi, soluğu aracını kaskolattığı şirketin kapısında aldı. Sigorta şirketi 74 bin lirayı araç sahibine iade etti. Olayda otopark görevlisi ve lokanta işletmecisinin kusurlu olduğunu öne süren sigorta şirketi, ödenen bedelin iadesi için sorumlular hakkında icra takibi başlattı. Lokanta sahibi ve otopark görevlisi icra takibine itiraz etti. 

SİGORTA ŞİRKETİ DAVA AÇTI
Bu kez sigorta şirketi, itirazın iptali talebiyle Asliye Hukuk Mahkemesi'ne dava açtı. Mahkeme, sigortalı araç sahibinin aracı kendi rızası ile otopark görevlisi davalıya teslim ettiğine dikkat çekerek davayı reddetti. Kararı davacı sigorta şirketi temyiz etti. Yargıtay, teslim alanın aynı zamanda aracın başkaları tarafından götürülmemesi veya çalınmaması için her türlü tedbiri almak zorunda olduğuna hükmetti. 

YARGITAY BOZDU
Aracın emanet edildiği otopark görevlisinin davalı işletme sahibinin çalışanı olduğuna dikkat çekilen kararda; işletme sahibi işverenin, meydana gelen zarardan mesul olduğunu hatırlatan Yargıtay, mahkeme kararını bozdu. Mahkeme, ilk kararında direnince devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi. 

Kurul, lokanta sahibi davalı ile otopark görevlisi diğer davalının haksız olduğuna hükmetti. Aracın, lokanta otoparkına bırakıldıktan 45 dakika sonra çalındığına vurgu yapılan Hukuk Genel Kurulu kararında şu ifadelere yer verildi: 

"Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuen tazminat talebine ilişkindir. Davada, dosya kapsamındaki belgelerden otopark alanının işletmenin hakimiyet alanı içinde olduğu belirlenmiştir. Bu durumda, aracın park edilmek üzere görevliye tesliminden sonra otopark görevlisinin aracı uygun şekilde park edip, vedia akdinin de gerektirdiği şekilde özen gösterip aracı kilitlemek ve hatta kapıların kilitli olduğunu kontrolünü müteakip anahtarın kendisi dışında başka bir kişi ya da kişilerin ulaşamayacağı bir yerde muhafazasını sağladıktan sonra diğer müşterilerin araçları ile ilgilenmesi gerekir. 

"ANAHTARIN ÜZERİNDE KALMASI KABUL EDİLEMEZ"
Sigortalı araç maliki de, aracın güvenli bir yere park edileceği ve anahtarlarının da güvenli bir şekilde muhafaza edileceği inancıyla aracını emin sıfatı ile davalı otopark görevlisine teslim ettiğinin kabulü gerekmektedir. Aracın teslimi takiben 45 dakika sonra çalınması sebebiyle araç malikinin aracın çalındığı andaki konumunu bilmesi kendisinden beklenemez. Anahtarları üzerinde 45 dakika süre ile aracın bekletilmesi hayatın olağan akışına aykırıdır. Yani, araç teslim edildiğinde poliçedeki özel şart ihlâl edilmemiştir. Bu özel şartı ihlal etmeyeceği düşüncesi ile hareket edilerek taraflar arasında vedia akdi kurulmuştur. Araç işletenin aracın yeterli muhafazası sağlanmadan 45 dakika boyunca anahtarları üzerinde, her an çalınabilecek şekilde bırakılmasına rıza gösterdiğinin kabulü mümkün değildir. Taraflar arasındaki sözleşmesel sorumluluklar ve halefiyete (bir kimseye ait hakların başka birine geçmesi). dair düzenlemeler gereğince davalılar meydana gelen zarardan sorumludurlar. Bu sebeple de mahkemece zarar kapsamı araştırılıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Yargıtay dairesinin bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usûl ve yasaya aykırıdır. Karar oy çokluğuyla bozulmuştur."

NTV

12 Mart 2019 Salı

Harcın Mükellefi Borçludur!

T.C
YARGITAY 
12.HUKUK DAİRESİ
Esas :2003/16632
Karar:2003/20710
Tarih:23/10/2003

Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

Medeni Usul Hukukunda olduğu gibi İcra Hukukunda da harç ve giderler sonuçta haksız çıkan tarafa yükletilir. Harç, yapılan bir hizmet karşılığı olarak Devletin aldığı bir paradır. Tahsil harcı da, bu amaca yönelik olup ve alacaklıya tediye sırasında alındığına göre, takip masrafları çıkarıldıktan sonra geri kalan miktar üzerinden hesaplanması gerekir. Çünkü, alacaklıya yapılan hizmet, kendisine yapılan ödeme kadardır.

Nitekim, 492 Sayılı Harçlar Kanununda tahsil harcının, tahsil olunan paradan alınacağı belirtilmiştir. Bu tahsil olunan para, alacaklı tarafından alınan paradır. İİK.nun 15. maddesine göre de; kanunda hilafı yazılı değilse bütün harç ve masraflar borçluya ait olup, neticede ayrıca huküm ve takibe hacet kalmaksızın tahsil olunur. Sadece cezaevi harcı 2548 sayılı yasanın l. Madde 2. fıkrası gereğince borçluya yükletilemez, bu harcın yükümlüsü alacaklıdır.

3.7.2001 tarihli, Resmi Gazete ile yayınlanan 4681 sayılı yasanın geçici 4. maddesine göre, yeniden yapılandırma süreci içinde bankalarca kredi alacaklarının tahsili amacıyla açılmış ve açılacak dava ve takipler sonuçlandırılıncaya kadar 492 Sayılı Harçlar Kanunun 2. 23 maddeleri hükümlerinin uygulanmayacağı hükmü getirilmiştir.

Yukarıdaki ilkeler ve yasa hükümleri gözönünde bulundurularak İcra Müdürlüğüne yatırılan para alacaklıya ödenirken bundan tahsil harcı düşülemez. Yatan paranın alacaklıya ödenmesi gerekir. Ancak, tahsil harcının mükellefi borçlu olduğundan İİK.nun 15. maddesi gereğince ayrıca hüküm ve ayrı bir takibe gerek kalmaksızın yapılan takipte tahsil harcı yönünden muhtıra çıkarılmak suretiyle borçluya yöneleceği tabidir. Ayrıca cebri icra yolu ile taşınmazı 3. kişi satın aldığı halde tapu alım-satım ve emlak vergilerinin de takip alacaklısına yükletilmesi doğru değildir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mercii kararının yukarıda yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.'nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 23.10.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi. 

3 Mart 2019 Pazar

Kasten öldürmeye teşebbüs suçu ve Haksız tahrik!



T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
E. 2017/1802
K. 2017/3045
T. 4.10.2017

* KASTEN ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS SUÇU ( Sanığın Mağduru Hedef Alıp Sekiz Kez Bıçakladığı/Akciğer ve Sağ Böbrek Yaralanması Dolayısıyla Yaşamını Tehlikeye Soktuğu/Sağ Böbreğinin Alınmasından Dolayı Duyularından veya Organlarından Birinin İşlevinin Yitirilmesine Neden Olacak Derecede Yaraladığı )

* SUÇA TEŞEBBÜS ( 5237 S.K. Md. 35 Uyarınca Meydana Gelen Zarar ve Tehlikenin Ağırlığı Birlikte Gözetilerek Üst Sınıra Yakın Bir Ceza Tayini Yerine 13 Yıl Hapis Cezasına Hükmolunması Suretiyle Eksik Ceza Tayininin Bozmayı Gerektirdiği )

* HAKSIZ TAHRİK ( Mağdurdan Sanığa Yönelen ve Haksız Tahrik Oluşturabilecek Herhangi Bir Söz veya Davranış Bulunmadığı Halde Sanık Hakkında Haksız Tahrik Hükümlerinin Uygulanması Suretiyle Eksik Ceza Tayininin İsabetsiz Olduğu )

* BELLİ HAKLARI KULLANMAKTAN YOKSUN BIRAKILMA ( Anayasa Mahkemesi Kararı İle TCK'nın 53. Maddesinin İptal Edilen Bölümlerinin Değerlendirilmesi Gerektiği )

5237/m.29, 35, 53

ÖZET : Dava, kasten öldürmeye teşebbüs suçuna ilişkindir.

Teşebbüs sebebiyle 9 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngören 5237 Sayılı TCK'nın 35. maddesiyle yapılan uygulama sırasında, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı birlikte gözetilerek üst sınıra yakın bir ceza tayini yerine 13 yıl hapis cezasına hükmolunması suretiyle eksik ceza tayini,

Mağdurdan sanığa yönelen ve haksız tahrik oluşturabilecek herhangi bir söz veya davranış bulunmadığı halde sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması suretiyle eksik ceza tayini,

Anayasa Mahkemesi'nin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 Sayılı Kararı ile TCK'nın 53. maddesinin iptal edilen bölümlerinin değerlendirilmesi zorunluluğu, bozmayı gerektirmiştir.

DAVA : TÜRK MİLLETİ ADINA

Sanık ... hakkında kurulan 16.04.2015 tarihli hüküm, 16.04.2015 tarihli dilekçeyle sanık müdafii tarafından temyiz edilmiş ise de; sanığın 10.09.2015, 28.01.2016 ve 25.08.2016 tarihli dilekçelerle hükmün onanmasını istediği, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05.02.2008 tarih ve 2008/1-9/15 Sayılı Kararı uyarınca, temyizden vazgeçme olarak kabul edildiğinden, sanık müdafiinin temyiz itirazının reddiyle, katılan vekilinin temyizi üzerine yapılan incelemede;

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın mağdura yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin, takdire dair cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle değerlendirilip reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, katılan vekilinin; suçun tasarlanarak işlendiğine, haksız tahrik ve takdiri indirim hükümlerinin uygulanma yeri olmadığına yönelen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

a-)Oluşa ve dosya kapsamına göre, sanığın mağduru hedef alıp sekiz kez bıçaklayarak mağduru; akciğer ve sağ böbrek yaralanması dolayısıyla yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, sağ böbreğinin alınmasından dolayı ise duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden olacak derecede yaraladığı olayda; teşebbüs sebebiyle 9 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngören 5237 Sayılı TCK'nın 35. maddesiyle yapılan uygulama sırasında, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı birlikte gözetilerek üst sınıra yakın bir ceza tayini yerine yazılı şekilde 13 yıl hapis cezasına hükmolunması suretiyle eksik ceza tayini,

b-)Olaydan önce sanıkla mağdur arasında duygusal bir arkadaşlık olduğu, ancak; sanığın mağdura evlilik teklif etmesi ve mağdurun da reddetmesi üzerine günü aralarında tartışmalar yaşandığı, olay günü mağdurun çalıştığı otelin önüne gelen sanığın mağdurla konuşmak istediği, bir süre konuştuktan sonra mağdura önce tekme ile vurup yere düşürdüğü, daha sonra yanında getirdiği kuvvetli asitlerden hidroklorik asit ihtiva eden maddeyi çıkararak mağdurun üzerine dökmeye çalıştığı ancak isabet ettiremediği, mağdurun kaçması üzerine mağdureyi kovalayan sanığın bu kez yanında taşıdığı bıçağı çıkararak mağdureye birden fazla kez vurmak suretiyle hayati tehlike geçirecek ve organlardan birinin işlevinin yitirilmesine neden olacak şekilde yaraladığı olayda; mağdurdan sanığa yönelen ve haksız tahrik oluşturabilecek herhangi bir söz veya davranış bulunmadığı halde yazılı şekilde sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması suretiyle eksik ceza tayini,

c-)Anayasa Mahkemesi'nin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 Sayılı Kararı ile TCK'nın 53. maddesinin iptal edilen bölümlerinin değerlendirilmesi zorunluluğu,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu sebeple yerinde görüldüğünden, hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi BOZULMASINA, 04.10.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Anlaşmalı boşanma davasının şartları nelerdir?

Anlaşmalı boşanma davasının şartları 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’un 166.maddesinin 3. fıkrasında şu şekilde belirtilmiştir;

1- Evliliğini anlaşmalı boşanma yolu ile sonlandırmak isteyen eşlerin öncelikle en az bir yıl evli kalmış olmaları gerekmektedir.

2- Anlaşmalı boşanmak için eşler, maddi ve manevi tüm hukuki sonuçlar üzerinde uzlaşma içerisinde olduklarını hazırlanacak olan anlaşmalı boşanma protokolü içerisinde bildirmeleri gerekmektedir.

3- Anlaşmalı boşanmalarda eşlerin davaya katılmaları zorunludur. Bu zorunluluğun sebebi eşlerin, anlaşmalı boşanma protokolü içerisinde verdikleri bildirileri hâkimin teyit etmesi gerekmektedir.

Anlaşmalı boşanma davasında eşler mahkemeye bir boşanma gerekçesi göstermek zorunda değillerdir. 1 yıl evli kaldıktan sonra eşler boşanmak istediklerini belirttiğinde ilgili hâkim, boşanma kararı vermek zorundadır. Böylece aile içinde yaşanan hadiseler, dava dilekçelerine geçirilmeden boşanma süreci tamamlanmaktadır.

Anlaşmalı boşanma davası, eşlerin kısa süre içerisinde boşanmalarına imkan veren bir boşanma şeklidir. Anlaşmalı boşanma davası açmak için, hazırlanacak olan anlaşmalı boşanma dilekçesi ile yetkili mahkemeye başvuru yapılmalıdır. Görevli mahkemeler, Aile Mahkemeleridir. Aile Mahkemesi bulunmayan yerlerde ise; boşanma davasının Asliye Hukuk Mahkemelerinde açılması gerekmektedir.

2 Mart 2019 Cumartesi

Fetö'ye üye olma - Bank Asya hesabının bulunması - Bylock'a örgüt talimatı ile dahil olma!



T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ
E. 2018/726
K. 2018/1754
T. 28.5.2018

* FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMA ( Sanığın Hakkındaki Disiplin Soruşturmaları Neticesinde Verilen İdari Kararlara Karşı Danıştay'da Yasa Yolunu Kullanması ve Çocuğunu Örgüte Müzahir Okullara Göndermesinin Örgütsel Faaliyet Olarak Değerlendirilemeyeceği - Ayrıca Sanık Aleyhine Tespit İçermeyen MASAK Raporu ve Örgüt Liderinin Talimatı ile Bank Asya'ya Para Yatırdığı ya da Hesap Açtırdığını Açıkça Ortaya Koymayan Cevabi Yazının Sanık Aleyhine Mahkumiyet Hükmüne Esas Teşkil Etmeyeceği )

* SANIĞIN BANK ASYA'DA HESABI BULUNMASI (FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Üyelik - Sanığın Hakkındaki Disiplin Soruşturmaları Neticesinde Verilen İdari Kararlara Karşı Danıştay'da Yasa Yolunu Kullanması ve Çocuğunu Örgüte Müzahir Okullara Göndermesinin Örgütsel Faaliyet Olarak Değerlendirilemeyeceği/Sanık Aleyhine Tespit İçermeyen MASAK Raporu ve Örgüt Liderinin Talimatı ile Bank Asya'ya Para Yatırdığı ya da Hesap Açtırdığını Açıkça Ortaya Koymayan Cevabi Yazının Sanık Aleyhine Mahkumiyet Hükmüne Esas Teşkil Etmeyeceği )

* BYLOCK'A ÖRGÜT TALİMATI İLE DAHİL OLUNMASI ( Bylock İletişim Sisteminin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Mensuplarının Kullanmaları Amacıyla Oluşturulan ve Münhasıran Bu Suç Örgütünün Bir Kısım Mensupları Tarafından Kullanılan Bir Ağ Olduğu - Örgüt Talimatı ile Bu Ağa Dahil Olunduğunun ve Gizliliği Sağlamak İçin Haberleşme Amacıyla Kullanıldığının Her Türlü Şüpheden Uzak Kesin Kanaate Ulaştıracak Teknik Verilerle Tespiti Halinde Kişinin Örgütle Bağlantısını Gösteren Delil Olacağının Kabul Edildiği )

* SANIĞIN BYLOCK KULLANICISI OLDUĞUNU BİLDİREN TESPİT VE DEĞERLENDİRME TUTANAĞI BULUNMASI ( Başka Soruşturma Dosyasında Şüpheli Olarak İfadesi Alınan Sanığın Örgütsel Toplantıları Organize Ettiği ve Bu Toplantılara Katılanlardan Para Toplandığı Yönünde Beyan İçeren İlgiliye Ait Kolluk İfade Tutanaklarının Duruşmada Sanık ve Müdafiine Okunup Diyecekleri Sorulduktan Sonra Yargılamaya Devamla Bir Hüküm Kurulması Gerektiği - Eksik İnceleme ile Hüküm Kurulmasının Hatalı Olduğu )

* SANIĞA DİYECEKLERİ SORULMADAN HÜKÜM KURULMASI ( Sanığın Bylock Kullanıcısı Olduğunu Bildiren Ayrıntılı Bylock Tespit ve Değerlendirme Tutanağının Bulunduğu - Başka Soruşturma Dosyasında Şüpheli Olarak İfadesi Alınan Sanığın Örgütsel Toplantıları Organize Ettiği ve Bu Toplantılara Katılanlardan Para Toplandığı Yönünde Beyan İçeren İlgiliye Ait Kolluk İfade Tutanaklarının Duruşmada Sanık ve Müdafiine Okunup Diyecekleri Sorulduktan Sonra Yargılamaya Devamla Bir Hüküm Kurulması Gerektiği )

5237/m. 220

5271/m. 217

ÖZET : Dava, silahlı terör örgütü üyeliğinin incelenmesine ilişkindir. Sanığın, hakkındaki disiplin soruşturmaları neticesinde verilen idari kararlara karşı Danıştay'da yasa yolunu kullanması ve çocuğunu örgüte müzahir okullara göndermesinin örgütsel faaliyet olarak değerlendirilemeyecektir. Ayrıca, sanık aleyhine tespit içermeyen MASAK raporu ve örgüt liderinin talimatı ile Bank Asya'ya para yatırdığı ya da hesap açtırdığını açıkça ortaya koymayan cevabi yazının sanık aleyhine mahkumiyet hükmüne esas teşkil etmeyecektir.

İlgili CGK kararında ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olduğu belirtilerek, örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacağı kabul edilmiştir.

Dosyada mevcut sanığın ByLock kullanıcısı olduğunu bildiren ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının ve başka soruşturma dosyasında şüpheli olarak ifadesi alınan, sanığın örgütsel toplantıları organize ettiği ve bu toplantılara katılanlardan para toplandığı yönünde beyan içeren ilgiliye ait kolluk ifade tutanaklarının duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra yargılamaya devamla bir hüküm kurulması gerekir. Eksik inceleme ile hüküm kurulması bozmayı gerektirir.

DAVA : Bölge Adliye Mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle; Temyiz edenlerin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre yapılan temyiz incelemesi sonunda dosya incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi; Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; Sanığın, hakkındaki disiplin soruşturmaları neticesinde verilen idari kararlara karşı Danıştay'da yasa yolunu kullanması ve çocuğunu örgüte müzahir okullara göndermesinin örgütsel faaliyet olarak değerlendirilemeyeceği ve aleyhe tespit içermeyen MASAK raporu ve örgüt liderinin talimatı ile Bank Asya'ya para yatırdığı ya da hesap açtırdığını açıkça ortaya koymayan cevabi yazının sanık aleyhine mahkumiyet hükmüne esas teşkil etmeyeceği de gözetilerek, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onanarak kesinleşen Dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarih, 2015/2 esas, 2017/3 Sayılı kararında ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacağının kabul edildiği dikkate alınarak, suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olmaları nedeniyle, istinaf aşamasında dosya içerisine konulduğu anlaşılan ve sanığın ByLock kullanıcısı olduğunu bildiren ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının ve başka soruşturma dosyasında şüpheli olarak ifadesi alınan, sanığın örgütsel toplantıları organize ettiği ve bu toplantılara katılanlardan para toplandığı yönünde beyan içeren ilgiliye ait kolluk ifade tutanaklarının CMK'nın 217. maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunarak diyecekleri sorulduktan sonra yargılamaya devamla bir hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz belgelere dayanılarak yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,

SONUÇ : Kanuna aykırı, sanık ve müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, atılı suç için kanun maddelerinde ön görülen ceza miktarı, mevcut delil durumu ve bozma nedeni gözetilerek tahliye talebinin reddine, tutukluluk halinin devamına, 28.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

1 Mart 2019 Cuma

Çekin unsurları nelerdir?

Çekte bulunması gereken yasal unsurların neler olduğu 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanununun ( 6102 Sayılı T.T.K. ) maddesinde açıklanmıştır. Bu zorunlu yasal unsurları ihtiva etmeyen çek, aynı Kanunun 693. maddesinde düzenlenen istisnai hal dışında kambiyo senedi niteliği taşımayacaktır. Bu şekil şartları TTK’nın 780 ve 781. maddelerinde düzenlenmiştir. Çek Kanunu’nun 2. maddesinin 7. fıkrasında öngörülen unsurlar ise zorunlu unsurlar değildir. TTK’da öngörülen unsurları taşıması halinde, Çek Kanunu’nda sayılan unsurların eksik olması çekin geçerliliğini etkilemeyecektir.

TTK madde 780’e göre çekin zorunlu unsurları şu şekilde sayılmıştır:

Çek sözcüğü: Çek; Üzerinde yazılı belli bir tutarın, belli bir kişiye ödenmesi konusunda bankaya hitaben yazılmış bir ödeme emridir. Senet metni yabancı dilde yazılmışsa, çek kelimesinin o dildeki karşılığı yer almalıdır.

Belirli bir bedelin ödenmesi için kayıtsız ve şartsız havale: Çek, belirli bir bedelin (para) kayıtsız ve şartsız olarak ödenmesi vaadini içermelidir. Çekte yer alan bedel, TL veya döviz cinsinden para olabilir. Çeke faiz şartı konulması, çekin geçerliliğini etkilememektedir ancak söz konusu faiz şartı geçersiz sayılmaktadır.

Muhatap: Çek, ödeyecek kişinin (muhatabın) ticaret unvanını içermelidir. Hukukumuzda muhatap ancak bir banka olabilir.

Keşide tarihi: Çek gün, ay ve yıl olarak gösterilmiş keşide tarihini içermelidir. Keşide tarihi açık, belirli ve mümkün olmalıdır. Çek, vade içermeyen bir ödeme aracı olduğu için, uygulamada keşide tarihinin ileri bir tarih olarak yazılması TTK uyarınca mümkündür.

Keşide yeri: Keşide yeri çek üzerinde açıkça gösterilmemişse, keşidecinin ad, soyad veya ünvanının yanında yazan yer, keşide yeri olarak kabul edilir. Ne keşide yeri ne de keşidecinin adres bilgisi yoksa veya birden fazla keşide yeri belirtilmişte çek geçersiz hale gelir.

Keşidecinin imzası: Çek, keşidecinin ıslak imzasını içermelidir. Islak imzanın bulunması yeterli olup, ad, soyad veya ticaret ünvanının yazılması zorunlu değildir.

Banka tarafından verilen seri numarası ve karekod: Karekod, çek alacaklılarının erişimine açık olarak, çek hesabı sahibine ve bu çeki düzenleyen kişilere ilişkin verileri içermektedir.

Haksız saldırının o anki koşullara göre en orantılı şekilde def edilmesi!


T.C.
YARGITAY
1. CEZA DAİRESİ
2013/2895 E. 2014/6572 K
Karar Tarihi: 24.12.2014

KASTEN ÖLDÜRME SUÇU - SANIĞIN FİİLİ HAKSIZ BİR SALDIRIYI O ANDA HAL VE KOŞULLARA GÖRE
SALDIRIYLA ORANTILI BİR ŞEKİLDE DEFETMEK ZORUNLULUĞUYLA İŞLEDİĞİ - SANIĞIN BERAATİNE KARAR VERİLDİĞİ - HÜKMÜN ONANDIĞI

ÖZET: Sanığın resmi nikahlı eşi olan maktulü yanlatılan olay örgüsü sonucunda kasten öldürdüğü konusunda herhangi bir tereddüt yoktur. Üzerinde düşünülmesi gereken husus sanığın eylemini haksız tahrik altında mı, yoksa meşru müdafaa şartlarında mı gerçekleştirdiği hususudur. Sanığın kendisine yönelmiş gerçekleşen, gerçekleşmesi ve tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırıyla orantılı bir şekilde defetmek zorunluluğuyla kamu davasına konu olan eylemi işlemiş olması karşısında olayda TCK.nun 25/1 maddesinde tanımı yapılan hukuka uygunluk nedeni bulunması nedeniyle sanığın atılı suçtan beraatine karar verilmiş; hüküm onanmıştır.
(5237 S. K. m. 25, 27, 81) (5271 S. K. m. 106, 223)

Dava ve Karar: Sanık G.K.'nin meşru savunma koşulları altında fiilini işlediği kabul ve takdir kılınmış, toplanan delillere göre bu takdirde herhangi bir isabetsizlik görülmemiş bulunduğundan Cumhuriyet Savcısının sanığın tahrik altında kasten öldürme suçundan cezalandırılması gerektiğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün, tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak ONANMASINA,
24.12.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.