26 Haziran 2019 Çarşamba

Boşanan eşler ortak velayet alabilir mi?

Türk Medeni Kanunu'nda ("TMK") ortak velayete ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin iki yıl önce verdiği karar doğrultusunda, boşanma durumunda anne-baba anlaştığı takdirde mahkemeler ortak velayete de karar verebilmektedir.

Türk hukukunda evlilik devam ettiği sürece ergin olmayan çocuk, anne ve babasının velayeti altındadır. TMK'nın 336. maddesi uyarınca, evlilik birliği devam ederken velayetin bölünemeyeceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Fakat eşlerin boşanması durumunda velayet hakkı çocuk kendisine bırakılan tarafa, yani taraflardan sadece birine verilebilmektedir.

Hakim olan bu görüş iki yıl öncesine kadar, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin kararlarına ve uygulamaya egemen olmuştu. Yargıtay yerleşik istikrarlı kararları ile ortak velayetin Türk hukukunda mümkün olmadığına ve ortak velayetin “kamu düzenine” aykırı olduğuna karar verilmişti.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, bu konuda görüş değiştirdi ve 20 Şubat 2017 tarihli 2016/15771 E. 2017/1737 K. sayılı kararında, evlilik dışı doğan ortak çocuğun velayetinin anne ve babaya ortak verilmesi talebini değerlendirdi. Yargıtay, “ortak velayetin” Türk kamu düzenine aykırı olup olmadığı hususunu inceledi. Verilen kararda “Ortak velayet” düzenlenmesinin, Türk kamu düzenine açıkça aykırı olmadığı ve Türk toplumunun temel yapısı ve temel çıkarlarını ihlal etmediğine hükmetti.

Yargıtay’ın ilgili bu kararından sonra Tekirdağ'da görülen davada da, “ortak velayet” kararı çıktı. 2010’da evlenen ve iki çocuk sahibi olan C.A.T. ile Y.H.T. çifti, şiddetli geçimsizlik nedeniyle anlaşmalı olarak boşanmak için başvurdu. Birbirinden hiçbir talepte bulunmayan ve anlaşmalı boşanmak isteyen çift, çocuklarının eğitim masraflarını birlikte karşılamayı ve ortak velayet talep etti. Buna ilişkin Çorlu 1. Aile Mahkemesi de iki çocuğun da velayetinin anne C.A.T. ve baba Y.H.T.’ye “ortak verilmesini” karara bağladı. Kararda: “Somut olayda her iki tarafın da velayet hakkından vazgeçmek istemediği, hazırladıkları protokolde velayeti ortak kullanmak istediklerini açıkça beyan ettikleri, çocukların ne zaman ve ne kadar süreyle kimin yanında kalacaklarını belirledikleri ve giderlere de beraber katılmak istedikleri, ortak velayet talebinin küçüklerin yüksek menfaatini ve güvenliğini tehlikeye düşürecek bir şekilde değil, fiziksel ve ruhsal gelişimlerine olumlu katkı sağlayacak şekilde düzenlendiği, anlaşma şartlarının tümünün mahkememizce de uygun bulunduğu anlaşıldı.”

10 Mart 2016 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6684 Sayılı Kanun ile İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme’ ye Ek 7 No’ lu Protokol iç hukukumuz haline gelmiştir. Bu protokolün Eşler arası eşitlik başlıklı 5. Maddesi “Eşler evlilikte, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesi durumunda, kendi aralarında ve çocukları ile ilişkilerinde medeni haklar ve sorumluluklardan eşit şekilde yararlanırlar.” hükmündedir. 

Anayasamızın 90. Maddesinde ise “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7.5.2004-5170/7 md.)Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Hükmü bulunmaktadır. 

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 20 Şubat 2017 tarih ve 2016/15771E, 2017/1737 K. Sayılı içtihadında Ortak velayetin Türk toplumunun temel yapısına, Kamu düzenine uygun olduğuna vurgu yapmıştır. Aile mahkemelerinde de ortak velayet kararları alınmaya başlanmış olup her geçen gün de sayıları artmaktadır. BM. Çocuk hakları sözleşmesinin 3/1, 9, 18 inci maddeleri de müşterek çocuğun üstün yararını gözetmiş, Çocukların Anne ve babasından eşit ilgi ve bakım görme hakkı güvence altına alınmıştır. 

Ortak Velayet Yargıtay Kararı!

T.C. Y A R G I TA Y
2. Hukuk Dairesi
ESAS NO: KARAR NO: 
2016/15771 2017/1737

Y A R G I T A Y  İ L A M I
İNCELENEN KARARIN:
MAHKEMESİ : Didim(Yenihisar) 1. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
TARİHİ : 09/02/2016
NUMARASI : 2012/371-2016/46
DAVACI : G
DAVALI : K
DAVA TÜRÜ : Velayet
TEMYİZ EDEN : Davacı

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı baba tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Taraflar İngiliz vatandaşıdır. Davacı baba, evlilik dışı doğan 24/10/2003 doğumlu ortak çocuk Chelsea Lynsey Boyd’un velayetinin anne ve babaya verilmek suretiyle, velayetin ortak düzenlenmesini istemiştir.
Mahkemece özetle; tarafların milli hukukuna göre evlilik dışı doğan çocuklar açısından ortak velayet düzenlemesi mümkün ise de ortak velayet düzenlenmesinin Türk kamu düzenine aykırı olduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Soybağının hükümleri, soybağını kuran hukuka tâbidir. Ancak ana, baba ve çocuğun müşterek millî hukuku bulunuyorsa, soybağının hükümlerine o hukuk, bulunmadığı takdirde müşterek mutad mesken hukuku uygulanır(MÖHUK m. 17/1).
Yetkili yabancı hukukun belirli bir olaya uygulanan hükmünün Türk kamu düzenine açıkça aykırı olması hâlinde, bu hüküm uygulanmaz; gerekli görülen hâllerde, Türk hukuku uygulanır.(MÖHUK m.5/1).
Somut olayda çözülmesi gereken uyuşmazlık, “ortak velayet” düzenlenmesinin Türk kamu düzenine açıkça aykırı olup olmadığının belirlenmesine yöneliktir.
Bu bağlamda öncelikle iç hukukumuzdaki yasal düzenlemelere bakmak gerekir. İç hukukumuzda konumuzla ilgili yasal düzenlemeler aşağıdaki gibidir.
Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.
Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır(TMK m. 182/1-2).
Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velayeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velayet ana ve babadan alınamaz.
Hâkim vasi atanmasına gerek görmedikçe, kısıtlanan ergin çocuklar da ana ve babanın velayeti altında kalırlar(TMK m. 335).
Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velâyeti birlikte kullanırlar.
Ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hâli gerçekleşmişse hâkim, velâyeti eşlerden birine verebilir.
Velâyet, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa aittir”(TMK m.336).
Ana ve baba evli değilse velâyet anaya aittir.
Ana küçük, kısıtlı veya ölmüş ya da velâyet kendisinden alınmışsa hâkim, çocuğun menfaatine göre, vasi atar veya velâyeti babaya verir(TMK m.337).
Türkiye Cumhuriyeti adına 14 Mart 1985 tarihinde imzalanan “11 Nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokol”, 6684 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunarak, 25.03.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girmiş ve iç hukukumuz halini almıştır. Ek 7 Nolu Protokol’ün 5. maddesine göre, “Eşler, evlilik bakımından, evlilik süresince ve evliliğin bitmesi halinde, kendi aralarındaki ve çocuklarıyla olan ilişkilerinde, özel hukuk niteliği taşıyan hak ve sorumluluklar açısından eşittir. Bu madde, devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarına engel değildir”.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası Andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası Andlaşma hükümleri esas alınır. (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m.90/son).
İç hukukla ilgili yasal düzenlemeye baktıktan sonra “kamu düzeni” (ordre puplic) kavramı üzerinde durmak uyuşmazlığın çözümü için yararlı olacaktır.
Kamu düzeninin bütün özelliklerini ifade edecek tam bir tarifini yapmak kolay değildir. Genel bir tanımla; “Kamu düzeni kuralları, bir memlekettte kamu hizmetlerinin iyi yapılmasını, devletin emniyet ve asayişini ve fertler arasındaki münasebetlerde huzur ve ahlak kaidelerine uygunluğu temine yarayan müessese ve kaidelerin tümüdür”. Bu genel çerçeve içerisinde kamu düzeni kuralları bir toplumun temel yapısı ve temel çıkarlarını koruyan kurallar olarak açıklanabilir. (Prof. Dr.Aysel Çelikel-Prof.Dr. B. Bahadır Erdem, Milletlerarası Özel Hukuk 1l.bası-sayfa:149 ).
Genel olarak; hukuk sisteminin toplumsal kalkınmayı hedefleyen ve kişisel hak ve özgürlükleri koruyan temel prensipleri, anayasanın temel ilkeleri ve toplumda cari olan örf-âdet ve ahlk telakkileri, kamu düzenini temsil eden değerler olarak ifade edilebilir ve bu değerlerle açık bir şekilde uyuşmayan yabancı hukukun veya yabancı hukuk hükmünün kamu düzenine aykırı sayılarak uygulanmayacağı söylenebilir. Yabancı hukukun veya yabancı hukuk hükmünün somut olayda tatbiki ile ortaya çıkaracağı sonuç, yukarıda belirtilen temel ilke ve değerler karşısında da tahammül edilmez bir durum yaratmakta ise, yabancı hukukun kamu düzenini açıkça ihlal ettiğinden bahisle yabancı hukuk uygulanmaz. Burada, yabancı hukukun tatbikini engelleyen kamu düzeninin “menfî etkisi”nden bahsedilir. Kamu düzeni kavramı geniş, muğlâk, izafî ve değişkendir(Prof.Dr.Cemal Şanlı-Doç.Dr.Emre Esen- Yrd.Doç.İnci Ataman-Figanmeşe, Milletlerarası Özel Hukuk-4.Bası-sayfa: 72-73-78).
Türk hukukunda kamu düzeni (ordre puplic, amme intizamı) yabancı hukukun tatbikini önleyen istisnaî bir göreve sahiptir. Kanunlar ihtilâfı kaidelerimizce yetkilendirilen yabancı hukuk ülkenin kamu düzenine “açıkça” aykırılık teşkil etmemesi şartıyla tatbik olunma imkânına sahiptir(MÖHUK m.5). Şu halde, kamu düzeni bizim için kanunlar ihtilâfı hukukuna ait tek taraflı bir “bağlanma kaidesi” değildir. Aksine kanunlar ihtilâfı kaidemizin gösterdiği yabancı hukuk nizamının tatbiki prensibinin bir istisnasıdır(Prof.Ergin Nomer-Prof.Cemal Şanlı, Devletler Hususî Hukuk, 18.bası-sayfa:l59)
“…Esasa uygulanan hukukun Türk Hukukunda farklı olması ya da Türk Hukukunun emredici kurallarına aykırı olması gibi nedenlerle yabancı kararın tenfizi reddedilemez. Burada esas alınması gereken kıstas, yabancı ilamın Türk Hukukunda bir veya birden çok kanun hükümlerine aykırı bulunmasından çok, Türk Hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve ahlak anlayışına Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına ve hukuk siyasetine, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere milletlerarası alanda geçerli ortak ve kabul görmüş hukuk prensiplerine, ikili anlaşmalara, gelişmiş toplumların ortak benimsedikleri ahlak ve adalet anlayışına, medeniyet seviyesine siyasi ve ekonomik rejimine bakmak olmalıdır” (10.02.2012 tarih ve 2010/1 E, 2012/1 K.saylı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı).
Yukarıda değinilen iç hukukumuz ve kamu düzeni kavramı ile ilgili açıklamalara göre somut olay değerlendirildiğinde “ORTAK VELAYET” DÜZENLENMESİNİN, TÜRK KAMU DÜZENİNE “AÇIKÇA” AYKIRI OLDUĞUNU YA DA TÜRK TOPLUMUNUN TEMEL YAPISI VE TEMEL ÇIKARLARINI İHLAL ETTİĞİNİ SÖYLEMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR.
O halde mahkemece, MÖHUK m. 17/1 gereğince, İngiliz vatandaşı olan tarafların müşterek milli hukuklarındaki velayete ilişkin düzenlemeler dikkate alınarak, işin esasına girilip tüm deliller birlikte değerlendirilerek “ortak velayet” istemine ilişkin davayla ilgili bir karar vermek gerekirken, istemin Türk kamu düzenine aykırı olduğu belirtilmek suretiyle, yazılı şekilde hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 
20.02.2017

15 Haziran 2019 Cumartesi

Temsilde Yetkisi Olmadığı Halde Şirket Adına Senet İmzalama!

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/19373
K. 2017/11054
T. 20.9.2017

* TEMSİL YETKİSİ OLMADIĞI HALDE ŞİRKET ADINA SENET İMZALAMA ( Şirket Adına Attığı İmzadan Dolayı Kişisel Olarak Sorumlu Olacağı/Yetkisiz Temsilci Sıfatıyla Hareket Eden Borçlu Bonodan Dolayı Düzenleyen Sıfatıyla Sorumlu Olduğundan Adı Geçen Hakkında Kambiyo Senetlerine Mahsus Haciz Yoluyla Takip Yapılmasında Yasaya Aykırılık Bulunmadığı )

* TAKİBİN İPTALİ ( Takip Yapılan Borçlunun Ticaret Sicil Müdürlüğünden Gelen Yazı Cevabına Göre Şirketin Temsilcisi Olmadığı Anlaşılmakla Temsil Yetkisi Olmadığı Halde Keşideci Şirket Adına Senet İmzalayan Muteriz Borçlu Bonoyu Düzenleyen Şirket Adına Attığı İmzadan Dolayı Kişisel Olarak Sorumlu Olacağı/Yetkisiz Temsilci Sıfatıyla Hareket Eden Borçlu Bonodan Dolayı Düzenleyen Sıfatıyla Sorumlu Olduğundan Adı Geçen Hakkında Kambiyo Senetlerine Mahsus Haciz Yoluyla Takip Yapılmasında Yasaya Aykırılık Bulunmadığı )

* KAMBİYO SENETLERİNE MAHSUS HACİZ YOLUYLA TAKİP ( Borçlunun Ticaret Sicil Müdürlüğünden Gelen Yazı Cevabına Göre Şirketin Temsilcisi Olmadığı Anlaşılmakla Temsil Yetkisi Olmadığı Halde Keşideci Şirket Adına Senet İmzalayan Muteriz Borçlu Bonoyu Düzenleyen Şirket Adına Attığı İmzadan Dolayı Kişisel Olarak Sorumlu Olacağı )

6102/m.678,778/2

ÖZET : Somut olayda, alacaklı tarafından hakkında takip yapılan borçlunun Ticaret Sicil Müdürlüğünden gelen yazı cevabına göre şirketin temsilcisi olmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda temsil yetkisi olmadığı halde keşideci şirket adına senet imzalayan muteriz borçlu, bonoyu düzenleyen şirket adına attığı imzadan dolayı kişisel olarak sorumlu olacağı tabiidir. Yetkisiz temsilci sıfatıyla hareket eden borçlu, bonodan dolayı düzenleyen sıfatıyla sorumlu olduğundan, adı geçen hakkında kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip yapılmasında yasaya aykırılık bulunmamaktadır.O halde, mahkemece, itirazın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile takibin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte, borçlunun, icra mahkemesine başvurusunda; takip konusu senedi, şirket adına imzaladığını, şahsen borçlu olmadığını, borcu olmadığını ileri sürerek takibin iptalini talep ettiği, mahkemece,senet üzerinde iki imza olduğu ikisinin de kaşe üzerinde olduğu, borçlunun da şirket yetkilisi olmadığı bu sebeple bonoda bulunan imzası dolayısı ile şahsen sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle borçlu hakkındaki takibin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır.

TTK'nun 778/2. maddesinin (e) bendinin göndermesiyle bonolar hakkında da uygulanması gereken TTK'nun 678. maddesinde; "Temsile selahiyeti olmadığı halde bir şahsın temsilcisi sıfatıyla bir poliçeye imzasını koyan kişi, o poliçeden dolayı bizzat sorumludur..." hükmü yer almaktadır.

Somut olayda, alacaklı tarafından hakkında takip yapılan borçlunun Ticaret Sicil Müdürlüğünden gelen yazı cevabına göre şirketin temsilcisi olmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda temsil yetkisi olmadığı halde keşideci şirket adına senet imzalayan muteriz borçlu, bonoyu düzenleyen şirket adına attığı imzadan dolayı kişisel olarak sorumlu olacağı tabiidir. Yetkisiz temsilci sıfatıyla hareket eden borçlu, bonodan dolayı düzenleyen sıfatıyla sorumlu olduğundan, adı geçen hakkında kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip yapılmasında yasaya aykırılık bulunmamaktadır.

O halde, mahkemece, itirazın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile takibin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK'nun 366. ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

11 Haziran 2019 Salı

İş yeri ruhsatı da haczedilebilecek!

İşlettiği krom madeninin işletme ruhsatı haczedilen işletmeci, soluğu mahkemede aldı. Mahkeme, işletme ruhsatının haczedilemeyeceğine hükmetti. Devreye giren Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, mahkeme kararını bozdu. Mahkeme ilk kararında direnince 6 yıllık yargı sürecine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu son noktayı koydu: Maden işleme ruhsatı haczedilebilir.

İşlettiği krom madeninin işletme ruhsatı alacaklısı tarafından haczedilen işletmeci, soluğu İcra Hukuk Mahkemesi’nde aldı. Mahkeme, borçlu madencinin şikayetini kabul etti, işletme ruhsatına konulan haczi kaldırdı. Kararı alacaklı davalı temyiz edince devreye giren Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, işletme izninin devredilemeyeceğine, işletme ruhsatının bir bütün olarak ve yönetmelikte belirtilecek esaslar çerçevesinde devredilebileceğine dikkat çekti. Maden Kanunu'nda maden işletme ruhsatının haczedilemeyeceğine dair bir düzenlemeye yer verilmediğinin hatırlatıldığı kararda, “Yasa maddelerine göre maden işletme ruhsatının devredilebileceği, ipotek edilebileceği, icra dairesince satışının yapılabileceğinden işletme ruhsatı üzerine haciz konulabilir. Ancak işletme hakkı ile bütünlük teşkil eden tesis, vasıta, alet ve malzemenin münferiden haczedilemeyeceği düzenlenmiştir.

UYGULANMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR
Somut olayda; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğüne müzekkere yazılarak borçlunun maden işletme ruhsatı ve işletmenin tamamına haciz konduğu anlaşılmaktadır. Borçlunun talebi ruhsat üzerine haciz konulamayacağına ilişkin olup, ruhsatla ilgili Maden Kanunu'nun 40. maddesinin uygulanması mümkün değildir. Bu durumda mahkemece istemin reddi yerine yazılı gerekçelerle haczin kaldırılması yönünde hüküm tesisi isabetsizdir” denildi.

KARARIN BOZULMASINA HÜKMEDİLMİŞTİR
Bozma kararının ardından İcra Hukuk Mahkemesi, ilk kararında direnince bu kez devreye Yargıtay Hukuk Genel Kurulu girdi. Genel Kurul kararında şu ifadelere yer verildi: “Bilindiği üzere İcra İflas Hukukunda kural olarak borçlunun malvarlığını teşkil eden mal, alacak ve hakları, alacaklılarına karşı bir tür teminat oluşturur. Borçlunun malvarlığını oluşturan mal, alacak ve hakları borç için haczedilebilir. Maden Kanunu’nun 40. maddesinin 1. fıkrası ile madenin işletilmesi için gerekli olan ve tek başına bir değer ifade eden her türlü malın münferiden haczi yasaklanmıştır. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise haczi mümkün olan kıymetler belirtilmiş ve hangi durumlarda haczin mümkün olacağı belirlenmiştir. Ancak haczi yasaklanan değerler arasında maden işletme ruhsatı bulunmamaktadır. Kaldı ki, anılan kanunun 27. maddesinde maden işletme ruhsatının başkasına devredilebileceği, 39. maddesinde rehnedilebileceği, 43. maddesinde üzerine ipotek tesis olunabileceği ve icra dairesince satışının yapılabileceği düzenlenmiştir. Bu durumda aksine bir hüküm bulunmadığından maden işletme ruhsatı üzerine haciz konulabilir. Açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır. Kararın oy birliği ile bozulmasına hükmedilmiştir.”

İHA

10 Haziran 2019 Pazartesi

Borçlu Banka, yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda ise alacağın muhakkak bir belgeye bağlı olması da şart değildir.

T.C.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi        
Esas No           : 2017/2756  
Karar No        : 2017/3371
Karar Tarihi  : 20.03.2017

"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ : Tüketici Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR
Davacı, davalı bankadan konut kredisi kullandığını, davalı banka tarafından farklı isimler adı altında toplam 7000. TL kesinti yapıldığını ileri sürerek bu kesinti için icra takibine başvurduğunu, davalının takibe itiraz ettiğini, takibin durduğunu belirterek itirazın iptaline, %20 icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir.

Davalı davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kabulü ile davalının icra dosyasına yapmış olduğu itirazın iptaline, icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

İİK’nın 67. maddesinin 2.fıkrası hükmünce, icra - inkar tazminatına hükmedilebilmesi için borçlunun takip sırasında ödeme emrine itiraz etmesi ve alacağını mahkemede dava ederek haklı çıkması gerekir. Burada borçlunun kötü niyetli itiraz etmiş bulunması yasal koşullardan değildir. İnkar tazminatı, aleyhinde yapılan icra kovuşturmasına itiraz edip duran ve işin itirazla çabuk bitirilmesine engel olan borçluya karşı konulmuş bir yaptırımdır. Bunlardan ayrı, alacağın likit ve belli olması gerekir. Daha geniş bir açıklama ile borçlu tarafından alacağın gerçek miktarı belli, sabit ve belirlenmek için bütün unsurlar bilinmesi mümkün nitelikle olması yeterlidir. Borçlu yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda ise, alacağın likit ve muayyen olduğunun kabulü zorunludur. Öte yandan, alacağın muhakkak bir belgeye bağlı olması da şart değildir. Açıklanan yasal kuralların ışığında takip konusu alacak değerlendirildiğinde, borçlu yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilecek konumda bulunması nedeniyle alacağın likit ve muayyen nitelikte olduğunun kabulü ile icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekir. Mahkemece, davacının bu istemi hakkında kabul kararı verilmesi gerekirken, yazılı şekilde icra inkar tazminatı talebinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, usulün 438/7.maddesi uyarınca hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle mahkeme kararının hüküm bölümünün 1 numaralı fıkrasında yer alan “ İcra inkar tazminatı hükmedilmesine yer olmadığına ” cümlesinin hüküm fıkrasından çıkartılarak yerine aynen "Davacı lehine hüküm altına alınan asıl alacak üzerinden % 20 icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine” cümlesinin yazılmasına, hükmün düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20/03/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.