5 Aralık 2020 Cumartesi

Özel Öğretim Kurumlan Kanunu kapsamında faaliyet gösteren okullar yönünden Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE!


ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı : 2019/59

Karar Sayısı: 2020/61

Karar Tarihi: 22/10/2020

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 3. İcra Hukuk Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU: 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'na 9/5/2018 tarihli ve 7141 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle eklenen 362/a maddesinin Anayasa'nın 5., 10., 13. ve 35, maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

OLAY: Ödenmemiş çek sebebiyle borçlu aleyhine uygulanan ihtiyati haciz kararına dayalı olarak icra memurluğunca alınan haciz kararlarının kaldırılması talebiyle yapılan şikâyet sonucunda itiraz konusu kuralın Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

V. HÜKÜM

9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'na 9/5/2018 tarihli ve 7141 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle eklenen 362/a maddesinin "8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumlan Kanunu kapsamında faaliyet gösteren okullar...taşınır ve taşınmaz malları,...içinde bulunulan eğitim ve öğretim yılı sonunda haczedilir. " bölümünün "8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumlan Kanunu kapsamında faaliyet gösteren okullar... " yönünden Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, iptal hükmünün. Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince, KARARIN RESMÎ GAZETE'DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE. 22/10/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

R.Gazete No: 31321

R.G. Tarihi: 1.12.2020

29 Kasım 2020 Pazar

Kazalı otomobil oyunu: Ekspertizde en çok karşılaşılan hileler neler?


Hasarlı araçların yüksek onarım maliyetleri sebebiyle birleştirme gibi yöntemlerin kullanıldığını belirten TÜV SÜD D-Expert Genel Müdür Yardımcısı Ozan Ayözger, "Birleştirilen araçlarla son dönemde şubelerimizde sıklıkla karşılaşıyoruz. Ekspertiz süreçlerimizde bulunan araç iç direklerinin, marşbiyellerinin ve alt taban sacının kontrolü esnasında araca uygulanan işlemi rahatlıkla tespit edebiliyoruz" dedi. 

Eksik veya yanlış bilgi verilerek sorun yaşayan alıcılarla sık karşılaştıklarını belirten Ayözger, "Bu durum genelde araçların hasar geçmişleri ile alakalı oluyor. Örnek verecek olursak; boyasız olarak satışa sunulan bir araçta bir ya da birkaç parçada boya çıkma durumu veya satıcı tarafından boyalı olarak bildirilen parçaların değişmiş olduğunun tespit edilmesi gibi durumlarla oldukça sık karşılaşıyoruz. Araca talip olan kişiye araç sahibi tarafından verilen bilgilerle, bizim kontrollerimiz sırasındaki tespitlerimiz arasında büyük farklar oluşabiliyor" değerlendirmesinde bulundu.

"EN KÜÇÜK YANLIŞ MÜDAHALE ÖLÜMCÜL OLABİLİR"

Açılan airbagler gibi parçaların değiştirilmeyip onarımı yapılması halinde tespitinin zorlaştığını söyleyen Ayözger, şunları anlattı:

"Araçların karıştığı ciddi kazalarda airbagler açılıp emniyet kemerleri aktif gergi moduna geçiyor. İlgili araç, yetkili bir onarım servisi tarafından orijinal yedek parçalar ile onarıldığında herhangi bir problem yaşanmıyor. Parçalar eğitimli uzmanlarca orjinalleriyle değiştirildiği için aracın servis geçmişi ve detaylı tramer dökümünü incelediğiniz takdirde burada hangi parçaların değiştiği görülebiliyor. Fakat bu parçaların değiştirilmeyip onarım yoluna gidilmesi durumunda tespit biraz daha zorlaşıyor.

Ön torpido ve direksiyon bölümü çok titizlikle incelendiğinde onarımların tespiti kısmen de olsa mümkün oluyor. Airbag kontrolünün sökme takma işlemi yapmadan tamamlanması mümkün olmuyor. Bu konuda yetkili servisler dışında yapılacak en küçük yanlış müdahalenin ölümcül sonuçlara neden olacağını bilmemiz sebebiyle OBD taraması esnasında ve görsel kontrollerimizde şüphe edilen bir bulguya rastlamamız durumunda müşterilerimize bilgi vererek yetkili servis kontrolü yapılmasını öneriyoruz" dedi. 

KİLOMETRE DÜŞÜRME HALA ZİRVEDE

En çok karşılaşılan hadiselerin başında parça değişimi ve kilometre düşürme konuları olduğunu belirten Ayözger, "İkinci el araç satış değerini doğrudan etkileyen boyanan veya değişen parça konusunun bertaraf edilmesi amacıyla, kaza yapan araca aynı renkte çıkma parçaların takılarak alıcıya orijinal iddiasıyla satılmaya çalışılması en sık karşılaştığımız vakaların başında yer alıyor. 

Kilometre düşürme maalesef hala en çok başvurulan yöntemlerin başında yer alıyor. Ekspertiz esnasında tespit edilemeyeceği düşünülerek, ekspertiz öncesinde araca katkı yapılarak motor arızalarının gizlenmeye çalışması ve ciddi soruna sebep olabilecek durumların küçük onarımlar yapılarak aracın satılmaya çalışılması da karşılaştığımız diğer önemli konular olarak öne çıkıyor" dedi. 

Ayözger, ekspertiz hizmeti alacak vatandaşların kurumsal, güvenilir ve TS 13805 hizmet yeri yeterlilik belgesi olan bir işletme tercih etmelerini tavsiyesinde bulundu. 

EKSPERTİZ SONRASI SORUNLAR İÇİN HANGİ YOLLAR İZLENMELİ?

Ekspertiz sonrası yaşanacak mağduriyetlerle ilgili de bilgi veren Ayözger, "Ekspertiz hizmeti aracın mevcut durumunun tespitini içerir ve anlık sonuçlar ortaya koyar. Ekspertiz esnasında bulunmayan ve sonradan ortaya çıkan arızalar için ekspertiz firmaları garanti veremez. Ekspertiz esnasında tespit edilemeyen ve araçta mevcut olan arıza ve hasarlar konusunda tüketicilerin karşılarında muhatap bulabilmeleri gerekliliği yadsınamaz bir gerçektir. Konu hakkında detaylı inceleme yapıp ekspertiz merkezi kaynaklı bir mağduriyetin tespit edilmesi halinde bunun yükümlülüklerinin ekspertiz merkezi tarafından yerine getirilmesi gerekir. Tüketicilerin mağduriyetlerinin devam etmesi halinde tüketici mahkeme heyetlerine başvurmalarını önerebilirim. Müşterilerimize sunduğumuz 3 ay, 6 ay ve 12 aylık Garanti Ürünlerimiz ile ekspertiz hizmeti sonrasında oluşabilecek arızaları garanti altına alıyoruz" açıklamasını yaptı. 

Pilot Garage Oto Ekspertiz Genel Koordinatörü Cihan Emre de, iki farklı aracın birleştirilmesi gibi durumların son zamanlarda çok sık görüldüğünü belirtti. 

Emre, "Son zamanlarda çokça rastladığımız ve tüketicinin alım yaparken çok dikkatli olması gereken bir durum. İkinci el otomobil piyasasında fiyatların artması ve ikinci el aracın bir yatırım emtiası olarak görülmesi, birçok illegal durumu da maalesef beraberinde getiriyor. Haliyle ikinci el sektöründe önemli roller üstlenen bizim gibi firmalara da konuyla alakalı büyük sorumluluklar düşüyor. İkinci el araç almadan önce ekspertize gelmek bir gereklilik" dedi. 

"KAYNAK İZLERİ MUTLAKA KALIR"

'Birleştirilmiş araçtaki en önemli gösterge kaynak izleridir' diyen Emre, "Birleştirilmiş araçlarda farklı iki araç birbirine kaynak yapılarak birleştirilir. İşlem ne kadar mükemmel olsa da kaynak izleri mutlaka belli olmaktadır. Özellikle farklı renklerden monte edilen araçlarda sonradan yapılan boya sebebiyle mikron farklılıkları tespit edilmektedir" değerlendirmesinde bulundu. 

Bunun gibi başka karşılaştıkları araçlar da olduğunu belirten Emre, "İstanbul’da şubemize gelen lüks marka bir araç gerçekten bizi çok şaşırtmıştı. Araç bir kaza sonucu perte çıkartılmış ve karoserin her parçası işlem ve değişim görmüş. Fakat öyle bir işçilikle yapılmış ki anlamak için saatlerce aracı incelemek gerekti. Küçük bir vida değişimi sebebiyle durumdan şüphelenen ekibimiz buradan yola çıkarak aracın tüm geçmişine ulaşmayı başardı. Bizim için gerçekten farklı bir tecrübeydi" dedi. 

KM DÜŞÜRME VE HAVA YASTIĞI

Araç fiyatlarının artmasıyla yeni hilelerin ortaya çıktığını ancak kilometre düşürmenin ve hava yastıklarının hala en çok rastlanan hileler olduğunu belirten Cihan Emre, ikinci el araç alacak vatandaşların kesinlikle ekspertiz yaptırmaları gerektiğini, ekspertiz firmaları arasında ise çok kapsamlı kontrol yapan, TSE belgeli kuruluşların tercih edilmesinin önemli olduğunu belirtti. 

Emre, şimdiye kadar karşılaştıkları en ilginç vakanın hava yastığı patlamış bir aracın airbag kutusuna bebek zıbını doldurmaları olduğunu söyledi.

https://www.ntv.com.tr/otomobil/kazali-otomobil-oyunu-ekspertizde-en-cok-karsilasilan-hileler-neler,sIU4fKP_aEGcid7moyJv1A

Ödeme emrinde alacaklının adresinin yanlış yazılması!


T.C.

Yargıtay

12. Hukuk Dairesi

Esas No:2006/21529

Karar No:2006/24515

K. Tarihi:22.12.2006

İtiraz

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

İİK.nun 58/1.maddesine göre takip talebinde alacaklının ve varsa kanuni temsilcisinin ve vekilinin adı, soyadı, vergi kimlik numarası, şöhret ve yerleşim yerinin yazılı olması ve aynı kanunun 60/1.maddesine göre de alacaklı ile ilgili bu bilgilerin takip talepnemesine uygun olarak ödeme emrinde de gösterildiği gerektiği belirtilmiş bulunmaktadır.

Ayrıca, alacaklı takibini bir vekil vasıtası ile yapmakta ise takip talebinde ve ödeme emrinde ayrıca vekilin adı, soyadı ve adresinin gösterilmesi takip talebine vekaletnamenin aslı ve onanmış bir örneğinin eklenmesi gerekir.

Somut olayda, takip alacaklı adına vekil tarafından yapılmış ve takip talebine eklenen vekaletnamede alacaklının adresi belirtilmiştir. Alacaklının vekaletnamede belirtilen açık adresi takip talebine yazılmış ise de, ödeme emrine hatalı olarak yazıldığı görülmüştür. Bu suretle dosya içeriğine göre, alacaklı asilin açık adresinin gerek takip talebinde ve gerekse de, vekaletnamedeki adresten öğrenme imkanı olan borçlunun, açıklanan eksik nedeniyle zarara uğrayacağı düşünülemez. Yasada öngörülen bu bilginin her zaman tamamlanması mümkün olup, ödeme emrinin iptali nedeni olarak kabul edilemez. (HGK.nun 23.06.2004 tarih ve 2004/12-356 - 379 sayılı kararı)

O halde, Mahkemece, borçlunun sair itirazları incelenerek, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile sonuca gidilmesi isabetsizdir.

SONUÇ :Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 22.12.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Aktif ve Pasif Husumet Yokluğu Nedir?


Dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkinin varlığı medeni usul hukukumuzda "sıfat" olarak tanımlanmakta ve bir davada taraf olarak gösterilen kişilerin o dava ile ilgili kimseler olması zorunlu bulunmaktadır. Sübjektif bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bir hakka ilişkin davada davacı olma sıfatı da hakkın sahibine ait bulunmakta ve buna aktif husumet denilmektedir. Sübjektif hak kendisinden istenebilecek olan kişi de o hakka uymakla yükümlü olan kimse olup, bu da pasif husumet (davalı sıfatı) olarak adlandırılmaktadır. 

19 Kasım 2020 Perşembe

Yargıtay'dan su sızma kararı!


Komşuların arasını açan su sızma tartışması Yargıtay 20. Hukuk Dairesi'nin son kararıyla yeni bir boyut kazandı. Üst kattaki komşusunun balkon ve banyosundan sızan su sebebiyle büyük mağduriyet yaşayan vatandaş, önce diyalog yolunu seçti.

Komşusuna, evinde zarar meydana geldiğini, gerekli tadilatı yaptırması gerektiğini dile getiren mağdur apartman sakini, komşusunun soruna kulak asmaması sebebiyle Asliye Hukuk Mahkemesi'nin yolunu tuttu. Üst kat komşusu 11 numaralı daire sahibinin, balkon ve banyosundan gelen sızıntılar nedeniyle dairesinin zarar gördüğü, zararların tespiti için Sulh Hukuk Mahkemesi 'ne başvurarak tespit yaptırdığını bu nedenle verilen zararların toplamı 1.168 TL maddi tazminat ile bin TL manevi tazminata hüküm edilmesini talep etti.

1.Asliye Hukuk Mahkemesi; açılan maddi tazminat talebinin 850 TL'sinin kabulü ile dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp, davacıya verilmesine, davacının fazlaya ilişkin talebinin reddine, davacının istemiş olduğu manevi tazminatın tamamının reddine hükmetti.

Tarafların temyiz müracaatını değerlendiren Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, yargılamada görevli mahkemenin Sulh Hukuk Mahkemesi olduğu gerekçesiyle hükmü bozdu. Asliye Hukuk Mahkemesi görevsizlik kararından sonra yargılamaya devam eden 2. Sulh Hukuk Mahkemesi, davanın kabulü ile; 1.168 TL'nin dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davacıya ait balkon ve banyodaki rutubetlerin, dökülmelerin ve kararmaların davalının dairesinden kaynaklandığı anlaşılmakla davalının balkonunu doğrama korkulukları ile balkon çıkıntısı arasındaki kılcal boşlukların su geçirmez likit izolasyon malzemeleri ile dolgusunu yaptırmasına, bu işlem için davalıya 1 iş günü süre verilmesine hükmetti.

Davalının dairesinin banyosunda bulunan küvetin sökülerek seramik kaplamaların ve derzlerin yenilenmesi ve daha sonra akrilik küvetin monte edilmesi için davalıya 2 iş günü süre verilmesine karar verildi. Hüküm davalı tarafından temyiz edildi.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, emsal nitelikte bir karara imza attı. Tazminat kararını yerinde bulan Daire; alt kattaki dairede oluşan tadilatın da suyun sızdığı daire sahibince yaptırılması gerektiğine hükmetti. Daire, mahkeme kararını oy birliği ile onanmasına hükmetti.

https://www.milliyet.com.tr/gundem/yargitaydan-su-sizma-karari-daire-sahibi-tazminat-odeyecek-6341907

SU SIZINTISI NEDENİYLE BAĞIMSIZ BÖLÜMDE OLUŞAN HASARIN TAZMİNİ TALEBİ!


T.C.

YARGITAY

18. HUKUK DAİRESİ

E. 2002/3527

K. 2002/4604

T. 24.4.2002

• SU SIZINTISI NEDENİYLE BAĞIMSIZ BÖLÜMDE OLUŞAN HASARIN TAZMİNİ TALEBİ ( Pasif Husumet )

• APARTMAN YÖNETİM KURULU BAŞKANLIĞININ TAZMİNAT DAVASINDA DAVALI GÖSTERİLEMEMESİ ( Su Sızıntısı Nedeniyle Uğranılan Zarar )

• YÖNETİM KURULUNUN KAT MALİKLERİNİ TEMSİL YETKİSİNİN BULUNMAMASI ( Su Sızıntısı Nedeniyle Kat Malikinin Açtığı Tazminat Davasında )

• KAT MALİKİNİN SU SIZINTISI NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİ ( Apartman Yönetimine ve Yönetim Kuruluna Karşı Dava Açılamaması )

• TAZMİNAT DAVASINDA PASİF HUSUMET ( Bağımsız Bölümdeki Su Sızıntısı Nedeniyle Uğranılan Zarar İçin )

634/m.18, 19, 38

ÖZET : Kat Mülkiyeti Kanunu hükümlerine göre, apartman yönetiminin tüzel kişiliği olmadığı gibi, yönetim kurulunun da tazminat davasında kat maliklerini temsil yetkisi bulunmamaktadır. Davacı ancak, bağımsız bölümünde hasara neden olan su sızıntısının kaynaklandığı bağımsız bölüm malikini ya da sızıntı ortak tesislerden geliyorsa tüm kat maliklerini ( ve/veya onların bağımsız bölümlerinden sürekli bir biçimde yararlanan kişileri ) dava ederek, zararının tazminini isteyebilir.

DAVA : Dava dilekçesinde 1.230.000.000 TL. zararın faiz ve masraflarla birlikte davalılardan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı K…. vekili Av.Ö... K.... tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili dava dilekçesinde, anayapının üst katlarından gelen su sızıntısı nedeniyle müvekkilinin bağımsız bölümünde oluşan 1.230.000.000 TL. tutarındaki hasar bedelinin tahsilini istemiş, davalı olarak Mustafa D. ile Apartman Yönetim Kurulu Başkanlığı adına R. Y’ı göstermiştir.

Mahkemece, davacının bağımsız bölümünde oluştuğu ileri sürülen hasar ile buna neden olan su sızıntısının nereden ( bir bağımsız bölümün iç su tesisatından mı, yoksa -tespit bilirkişisi raporunda belirtildiği üzere- ortak su tesisatından mı ) kaynaklandığı konusunda herhangi bir araştırma ve özellikle taşınmazın yerinde bilirkişi incelemesi yapılmadan, ayrıca davalı gösterilen kişilerin sıfatları ve anataşınmazla bağlantıları (anayapıda Kat Maliki olup olmadıkları ya da bağımsız bölümlerden birinde kira sözleşmesine, oturma hakkına veya başka bir nedene dayanarak sürekli bir biçimde yararlanıp yararlanmadıkları ) saptanıp, dava konusu hasarın oluşumunda ne gibi katkı ve kusurlarının bulunduğu belirlenmeden, salt dava öncesinde yapılan tespitteki bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kabulü ile istenen hasar tutarının davalılardan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Dava dilekçesinde davalı Mustafa D’nun anayapının 10 Nolu bağımsız bölümünde oturduğu bildirilmiş ise de, dosyaya getirtilen tapu kaydına göre anataşınmazda kat maliki olmadığı gibi, anılan bağımsız bölümde sürekli oturup oturmadığı, ayrıca davaya konu hasarın oluşumundaki katkısı ya da ilişkisinin ne olduğu saptanmadan aleyhinde hüküm kurulmuş ise de, adı geçen davalının temyizi bulunmadığından bu hususlar inceleme dışı bırakılmış ve dolayısıyla bozma konusu edilmemiştir.

Ancak; Davacı, üst katlardan akan su sızıntısı nedeniyle bağımsız bölümünde oluşan hasarın giderimini, apartman yönetim kurulu başkanlığını da dava ederek istemektedir. Kat Mülkiyeti Yasası hükümlerine göre apartman yönetiminin tüzel kişiliği olmadığı gibi, Yönetim Kurulunun -böyle bir davada- kat maliklerini temsil yetkisi de bulunmamaktadır. Davacı ancak bağımsız bölümünde hasara neden olan su sızıntısının kaynaklandığı bağımsız bölüm malikini ya da sızıntı ortak tesislerden geliyorsa tüm kat maliklerini ( ve/veya onların bağımsız bölümlerinden sürekli bir biçimde yararlanan kişileri ) dava ederek, zararının giderimini isteyebilir. Davalı gösterilen apartman yönetim kurulu başkanı Rifat Y, tapu kaydı içeriğine göre anataşımazda kat maliki olmadığı gibi, bağımsız bölümlerin birinde sürekli oturup yararlanan bir kişi konumunda olduğuna ilişkin dosya içinde herhangi bir belge ve bilgi de bulunmamaktadır.

Mahkemece, yukarıda açıklanan hususlar gözetildiğinde davalı Apartman Yönetim Kurulu Başkanı R. Y. dava konusu hasarın gideriminden sorumlu tutulamayacağından hakkındaki davanın reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi, doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 24.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.

26 Ekim 2020 Pazartesi

Vefat Halinde Mirasçıların Yapması Gereken İşlemler!



  • Yetkili makamdan ölüm belgesinin alınması
  • Ölen şahsın nüfustan düşürülmesi
  • Veraset ilamı çıkarılması
  • Tapu intikal işlemlerinin gerçekleştirilmesi
  • Vergi dairesine veraset beyannamesi verilmesi
  • Vergi dairesinde intikal ve devir işlemlerinde kullanılmak üzere yazı alınması
  • İntikal ve devir işlemlerinin gerçekleşeceği kurumlara bu yazı ve istenen diğer evraklarla başvuruların yapılması.

Anne veya babadan üvey çocuklara miras kalır mı?

Bir kimse öldüğünde mirasçılarının kimler olacağı Medeni Kanun’da yazılıdır. Buna göre mevcut Miras hukukumuza göre, vefat eden bir babanın iki eşinden dünyaya gelen çocuklarına miras düşmektedir. Ancak anne bir ve baba ayrı ise çocuğa miras düşecek midir?

Bilindiği üzere üvey çocukla üvey anne-baba arasında nafaka ve miras hükümleri oluşmayacaktır. Çünkü nafaka ve miras hakkının düşmesi için ya evlilik akdi ya da nesep kısmının olması gerekmektedir. Bunun istisnası, üvey kardeşlerin özel olarak miras listesinde gösterilmesidir. 

Bunun yanında eşinin kendisinden olan çocuklarının hepsi öz evlat olması halinde mirastan yasal pay alma hakkı bulunacaktır. Ancak babanın daha sonra evlendiği yani ikinci eşi dul ise ve eski eşinden çocukları bulunuyor ise, bunlara üvey evlat denilmektedir ve bunlar mirastan pay alamamaktadır.

Kocanın birinci eşinden olan çocuklar ikinci eşin üvey evlatları olmaktadır. Miras hukukumuz üvey kardeş konusuna göre de bu sebepten kadın öldüğünde sadece kendisinden olan çocuklarına mirası kalmaktadır.

İkinci eşin taşınır-taşınmaz malından adamın ilk eşinden olan çocuklarına miras düşmemektedir. Burada öz olan evlatlara miras düşmektedir ancak üvey çocuklar ise mirastan pay alamamaktadır.

Yine üvey çocuklar, üvey anne ya da baba arasında nafaka ve miras hükümleri de oluşmamaktadır. 

Örneğin; Ölen üvey babanın çocuğu değilsiniz. Anneniz hayattayken üvey baba vefat etmiş olsaydı, bu durumda mirasçılar sizin anneniz yani vefat eden kocanın eşi ile vefat edenin çocukları olacaktı. Yani anne ölen eşinden dolayı mirasta hak sahibi olacaktı. Ve devamında ise ikinci eş yani anne vefat ettiğinde ise annenin çocukları yani üvey evlatlar anneden dolayı mirasçı olarak bu mallarda hisse sahibi olacaktı. Sonuç olarak, üvey babadan ancak bu yolla miras kalabilmektedir. 

24 Ekim 2020 Cumartesi

Geçmişe Yönelik Mükellefiyet Tesis Edilen Mükellefe Beyanname Vermediği Gerekçesi ile Ceza Kesilemeyeceği


Danıştay 4. Daire         

2012/6286 E.   

2013/462 K.

Özeti :   Geçmiş dönemleri kapsayacak şekilde vergi mükellefiyet tesisi halinde, mükellefiyetin tesis edildiği tarihe kadar ki dönemler için beyanname vermesi hukuken ve fiilen mümkün olmayan davacı adına beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle ceza kesilemeyeceği hakkında.

Temyiz Eden  :  Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı (Etimesgut Vergi Dairesi Müdürlüğü)

İstemin Özeti :  Davacı adına elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle 2007/12 ve 2008 yılının muhtelif dönemleri için kesilen özel usulsüzlük cezalarının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Ankara 6. Vergi Mahkemesinin 29.03.2012 günlü ve E:2011/1919, K:2012/352 sayılı kararıyla; söz konusu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde ceza kesileceği hususu davacıya yazılı olarak bildirilmeden kesilen özel usulsüzlük cezalarında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu cezaların kaldırılmasına karar verilmiştir. Davalı İdare, kesilen cezanın hukuka uygun olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.

Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.

Tetkik Hakimi M. Volkan Uluçay’ın Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü:

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3’üncü maddesinde, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliklerine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfetinin bunu iddia eden tarafa ait olacağı hükme bağlanmıştır.

Aynı Kanunun “Yetki” başlıklı mükerrer 257’nci maddesinin 4’üncü fıkrasında,” … vergi beyannameleri ve bildirimlerin, şifre, elektronik imza veya diğer güvenlik araçları kullanmak suretiyle internet de dahil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında verilmesi, beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususlarında izin vermeye veya zorunluluk getirmeye, beyanname, bildirim ve bilgilerin aktarımında uyulacak format ve standartlar ile uygulamaya ilişkin usul ve esasları tespit etmeye, bu zorunluluğu beyanname, bildirim veya bilgi çeşitleri, mükellef grupları ve faaliyet konuları itibarıyla ayrı ayrı uygulatmaya Maliye Bakanlığı’nın yetkili olduğu” hükmüne yer verilmiş, mükerrer 355’inci maddesinde ise, bu Kanunun 86, 148, 149, 150, 256 ve 257’nci maddelerinde yer alan zorunluluklar ile mükerrer 257’nci madde uyarınca getirilen zorunluluklara uymayanlar hakkında özel usulsüzlük cezası kesileceği belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, gayrimenkullerle ilgili olarak tapu sicil müdürlüklerince doldurulan bilgi formlarından ve elektronik ortamda yapılan sorgulama sonuçlarından hareketle, davacının 10.05.2005 ila 19.12.2008 tarihleri arasında yapmış olduğu taşınmaz satışları nedeniyle bu döneme ilişkin ticari kazanç mükellefiyetinin açılış ve kapanışının yapılması gerektiği yolundaki 25.10.2010 tarihli yazıya istinaden davacı adına mükellefiyet tesis edilerek ilgili dönem beyannamelerini vermemesi nedeniyle dava konusu özel usulsüzlük cezalarının kesildiği anlaşılmıştır.

Mükellefin işe başladığı tespit edilen tarih esas alınarak, geçmiş dönemleri de kapsayacak şekilde mükellefiyet tesis edilmesi halinde, işe başlama tarihi ile mükellefiyetin tesis edildiği tarih arasındaki dönemlerde elektronik ortamda beyanname verilmesi hukuken ve fiilen mümkün olmadığından dava konusu özel usulsüzlük cezalarını kaldıran Mahkeme kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddine ve kararın yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına 07.02.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Davacının gayrimenkul alım satımı faaliyetinde bulunduğu halde ilgili dönem beyannamelerini elektronik ortamda vermemesi üzerine kesilen özel usulsüzlük cezalarını, yazılı bildirim olmadığı gerekçesiyle kaldıran mahkeme kararı davalı İdare tarafından temyiz edilmiştir.

İdari düzenlemeler uyarınca kapsama alınan mükellefler açısından fiziki ortamda beyanname kabulüne son verildiği ve beyanname verme yükümlülüğünün niteliği itibarıyla mükerrer 355’inci maddenin birinci fıkrasında yer alan yasal düzenlemelerde olduğu gibi bilginin ibrazı ödevi niteliğinde olmadığı dikkate alındığında, elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğü için yazılı bildirim şartının aranmayacağı sonucuna ulaşılmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden, davacının 2004, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında aldığı gayrimenkulleri 2005, 2007 ve 2008 yıllarında sattığı, dolayısıyla belirli bir ticari organizasyon dahilinde sürekli olarak ve kar amacı güderek yürüttüğü bu faaliyetin ticari faaliyet niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.

Bu nedenle, kayıt dışı olarak ticari faaliyette bulunduğu tespit edilen davacı adına geçmiş dönemlere ilişkin olarak elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle özel usulsüzlük cezası kesilmesine yasaya aykırılık bulunmadığından cezayı kaldıran Mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşüyle karara karşıyım.

Çalıştığı Şirkette Bilgisayar Üzerinden Başka İş Görüşmeleri Yapmak Haklı Fesih Sebebidir.


T.C.

YARGITAY

Dokuzuncu Hukuk Dairesi

Esas No : 2016/4183

Karar No : 2017/1916

Tarih : 14.02.2017


. İŞE İADE İSTEMİ

. İŞÇİNİN MESAİ SAATLERİ İÇERİSİNDE KİŞİSEL SOHBET VE YAZIŞMA YAPMASI

. İŞ AKDİNİN GEÇERLİ NEDENLE SONA ERDİRİLDİĞİNİN İSPATLANMASI

İÇTİHAT METNİ

DAVA :

Davacı, feshin geçersizliğine, işe iadesine ve yasal sonuçlarına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : 

A) Davacı İsteminin Özeti: Davacının davalı şirkette 03/06/2013- 19/03/2015 tarihleri arasında yazılım mühendisi olarak çalıştığını, davacının iş akdinin davalı işveren tarafından şifahi olarak hiç bir sebep gösterilmeksizin ve haksız olarak sona erdirildiğini iddia ederek, davalı işverenlikçe yazılı olarak yapılmayan feshin geçersizliğinin tespiti ile davacının işe iadesine, işe iade kararı gereğince davacının işe başlatılmaması durumunda 8 aylık tazminat ile boşta geçen 4 ay karşılığı ücretin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesini talep ve dava etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı işyerinde 8 işçi çalıştığını bu nedenle de iş güvencesi hükümlerine tabi olmadığını, davacının kendisine tahsis edilen bilgisayar ile mesai saatleri içinde kişisel sohbetler ve yazışmalar yaptığı ve üçüncü kişiler için kullandığının anlaşılması üzerine, sözlü savunması alındıktan sonra 4857 Sayılı İş Kanunu` nun 25/II-e maddesinde düzenlenen haklı nedenlerle sona erdirildiğini savunarak, haksız ve yersiz davanın reddine karar verilmesini, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece yapılan yargılama sonunda, Her ne kadar davalı işveren davacının kendisine tahsis edilen bilgisayar ile mesai saatleri içinde kişisel sohbetler ve yazışmalar yapması ve üçüncü kişiler için kullanması nedeniyle 4857 Sayılı İş Kanunu`nun 25/II-e maddesinde düzenlenen haklı nedenlerle sona erdirildiğini savunmuş ve bu yazışmalara ilişkin bilgisayar çıktılarını dosya kapsamına sunmuşsa da; dosya kapsamında bulunan yazışmaları gösterir internet çıktılarının içeriği itibariyle iş sırlarına ilişkin olmadığı veya ahlak kuralları dışında olmadığı nazara alındığında; mahkemece davacın kişesel sohbet ve yazışmalar yapmasının 4857 Sayılı İş Kanunu`nun 25/II-e maddesinde belirtilen işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlar olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna varılarak, davalı işverenlikçe iş akdinin geçerli nedenle sona erdirildiği ispatlanamadığından, davanın kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz: Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

E) Gerekçe: İş sözleşmesinin, işçinin doğruluk ve bağlılığa aykırı söz veya davranışları sebebiyle işverence haklı /geçerli nedenle feshedilip feshedilmediği noktasında taraflar arasında uyuşmazlık söz konusudur.

Dosyada bulunan tüm bilgi ve belgeler ve özellikle davacının iş akdinin feshine dayanak yapılan "SKYPE" programındaki görüşme metinleri bir bütün olarak gözönünde tutulduğunda;davacının davalı işyerine ait olan ve işininin gereği kullanması için kendisine tahsis edilen bilgisayarı mesai süresi içerisinde kendisiyle ticari bağlantısı olduğu anlaşılan Alparslan adlı şahısla çok yoğun biçimde görüşme yaparak kullandığı, konuşma ve yazışma içeriklerinden yazılım mühendisi olan davacının mesaisini işverene hasretmesi gerekirken çok yoğun biçimde kişisel sohbet ve ticari bağlantıları için sarfettiği, davacının iş bu davranışları doğruluk ve bağlılığa aykırı olup işverene haklı fesih imkanı tanıdığı ve işverenin bu hakkını yasal süre içerisinde kullandığı ve sonuç olarak feshin haklı olduğu anlaşıldığından davanın reddi yerine kabulü hatalıdır.

4857 sayılı İş Yasasının 20/3 maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

SONUÇ :

Yukarıda açıklanan gerekçe ile;

1. Mahkemenin kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,

2. Davanın REDDİNE,

3. Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,

4.Davacının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı 190.00 TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,

5.Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 1.980,00 TL. ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,

6. Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davalıya iadesine,

Kesin olarak 14.02.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi. 

15 Ekim 2020 Perşembe

Adli sicil ve arşiv kayıtlarının silinmesi işleminin münhasıran Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce yapılması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesi!


Yargıtay 4. Ceza Dairesi

2015/25239 E. 2016/2451 K.

K. Tarihi: 15.02.2016

Mahkeme: Asliye Ceza Mahkemesi

Konu: Asliye Ceza Mahkemesi tarafından arşiv kaydının silinmesine karar verilmiş ise de, adli sicil ve arşiv kayıtlarının silinmesi işleminin münhasıran Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce yapılması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesi.

ÖZET: Dosya kapsamına göre, 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun geçici 2. maddesinin 2. fıkrası ve 3682 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 8. maddesi uyarınca arşiv kaydının silinmesine karar verilmiş ise de, kararın kesinleşme tarihinden önce 11/04/2012 tarihli ve 28261 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6290 sayılı Adli Sicil Kanunu ile Sporda Şiddet ve Düzensizliğini Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 12. maddesinin 1. fıkrası (b) bendi ile arşiv kayıtlarının silinmesi koşullarının yeniden düzenlendiği, arşiv kayıtlarının silinmesi işleminin Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce yapılacağının hükme bağlanması karşısında, 11/04/2012 tarihinden itibaren adli sicil ve arşiv kayıtlarının silinmesi işleminin münhasıran Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce yapılması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesi karşısında Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozulmasının istenilmesi.

KARAR: Tehdit suçundan sanık ...'in, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 106/1-son cümle, 62/1 ve 52/2. maddeleri uyarınca 500 Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına dair, .. Sulh Ceza Mahkemesinin 05/03/2007 tarihli kararına ilişkin arşiv kaydının silinmesine dair, ... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 17/02/2015 tarihli ve 2015/28 değişik iş sayılı kararının, Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16/09/2015 gün ve ... sayılı istem yazısıyla, dava dosyası Dairemize gönderilmekle incelendi: İstem yazısında: “Dosya kapsamına göre, 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun geçici 2. maddesinin 2. fıkrası ve 3682 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun 8. maddesi uyarınca arşiv kaydının silinmesine karar verilmiş ise de, kararın kesinleşme tarihinden önce 11/04/2012 tarihli ve 28261 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6290 sayılı Adli Sicil Kanunu ile Sporda Şiddet ve Düzensizliğini Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 12. maddesinin 1. fıkrası (b) bendi ile arşiv kayıtlarının silinmesi koşullarının yeniden düzenlendiği, arşiv kayıtlarının silinmesi işleminin Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce yapılacağının hükme bağlanması karşısında, 11/04/2012 tarihinden itibaren adli sicil ve arşiv kayıtlarının silinmesi işleminin münhasıran Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce yapılması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir.” denilmektedir.

Hükümlü ... hakkında tehdit suçundan yapılan yargılama sonucunda, ... Sulh Ceza Mahkemesinin 05/03/2007 tarihli kararıyla adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği ve cezanın 09/07/2007 tarihinde infaz edildiği, hükümlünün 11/02/2015 tarihli dilekçesi ile mahkemesinden arşiv kaydının silinmesini talep etmesi üzerine, aynı mahkemenin 17/02/2015 tarihli ek kararıyla arşiv kaydının silinmesine karar verildiği, kesinleşen bu karara karşı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün ihbarı üzerine, kanun yararına bozma yoluna başvurulduğu anlaşılmıştır.

Kanun Yararına Bozma İstemine İlişkin Uyuşmazlığın Kapsamı: 05/04/2012 tarihli ve 6290 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrasında, adli sicil arşiv kaydının silinmesine yönelik talebin, hükmü veren mahkemesince mi yoksa Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce mi değerlendirileceğine ilişkindir.

Hukuksal Değerlendirme: 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun “Adli sicil ve arşiv bilgilerinin silinmesi başlıklı 12. maddesinde; (1) (Değişik: 5/4/2012-6290/2 md.) Arşiv bilgileri;

a)İlgilinin ölümü üzerine,

b)Anayasanın 76 ncı maddesi ile Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlarda bir hak yoksunluğuna neden olan mahkumiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren;

1. Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşuluyla onbeş yıl geçmesiyle,

2. Yasaklanmış hakların geri verilmesi

c) Diğer mahkumiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren beş yıl geçmesiyle, tamamen silinir.

(2) Fiilin kanunla suç olmaktan çıkarılması halinde, bu suçtan mahkumiyete ilişkin adli sicil ve arşiv kayıtları, talep aranmaksızın tamamen silinir.

(3) Kanun yararına bozma veya yargılamanın yenilenmesi sonucunda verilen beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının kesinleşmesi halinde, önceki mahkumiyet kararına ilişkin adli sicil ve arşiv kaydı tamamen silinir.” hükmüne yer verilmiş,

Aynı Kanun'un 05/04/2012 tarihli ve 6290 sayılı Kanunla değiştirilen geçici 2. maddesinde de; “(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce toplanmış olsun veya olmasın, suç tarihi itibarıyla bu Kanunun yürürlük tarihinden önceki kayıtlar hakkında, 3682 sayılı Kanuna göre süre yönünden silinme koşulu oluşanlar silinir; diğer kayıtlar için bu Kanun hükümlerine göre işlem yapılır. (Mülga cümle: 05/04/2012-6290 S.K./3.md.) (2) (Değişik fıkra: 05/04/2012-6290 S.K./3.md.) Bu Kanunun yayımı tarihinde, Anayasanın 76 ncı maddesi ile bazı özel kanunlarda yer alan ve bir hak yoksunluğuna neden olan mahkumiyetler bakımından, arşive alınan veya şartları oluştuğu halde ya da henüz şartları oluşmadığı için arşive alınmayan kayıtlar hakkında 12 nci maddenin birinci fıkrası hükmü uygulanır. (3) (Ek fıkra: 05/04/2012-6290 S.K./3.md.) İkinci fıkrada sayılanlar dışında, birinci fıkra gereğince işlem yapılarak arşive alınan kayıtlar 3682 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde öngörülen sürelerin dolduğu veya ertelenmiş olan mahkumiyetin Adli Sicil Yönetmeliği'nin Adli sicil ve arşiv bilgilerinin silinmesi başlıklı 13. maddesinde ise; (Değişik:RG-20/4/2013-28624) Arşiv kayıtları;

İlgilinin ölümü üzerine, Anayasanın 76 ncı maddesi ile Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlarda bir hak yoksunluğuna neden olan mahkumiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren; Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşuluyla onbeş yıl geçmesiyle, yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşulu aranmaksızın otuz yıl geçmesiyle, diğer mahkumiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren beş yıl geçmesiyle, fiilin kanunla suç olmaktan çıkarılması hâlinde, bu suçtan mahkumiyete ilişkin adli sicil ve arşiv kayıtları, talep aranmaksızın, kanun yararına bozma veya yargılamanın yenilenmesi sonucunda verilen beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının kesinleşmesi hâlinde, önceki mahkumiyet kararına ilişkin adli sicil ve arşiv kaydı, Genel Müdürlükçe tamamen silinir. Birinci fıkrada belirtilen hâllerde silme işlemi, Genel Müdürlüğün teklifi ve Bakanın onayı ile kurulan komisyonca re'sen yapılır. hükmüne yer verilmiştir.

5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nda değişiklik yapan, 6290 sayılı Kanun 11/04/2012 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 11/04/2012 tarihinden itibaren arşiv kaydının silinmesi işlemleri, 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun geçici 2/3. maddesi uyarınca, Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce yerine getirilecektir. İnceleme konusu somut olayda; hükümlü ...'in 11/02/2015 tarihli dilekçesi ile, tehdit suçundan ... Sulh Ceza Mahkemesinin 05/03/2007 tarihli kararına ilişkin; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği ... Asliye Ceza Mahkemesinin 17/02/2015 tarihli ve 2015/28 değişik iş sayılı kararının, CMK'nın 309. maddesi uyarınca Kanun Yararına BOZULMASINA,

11/04/2012 tarihinden itibaren arşiv kaydının silinmesi işlemleri, 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun geçici 2/3. maddesi uyarınca, Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce yerine getirileceğinden, yasal değişiklikler mahkemesince değerlendirilerek, CMK'nın 309. maddesi uyarınca gereğinin mahallinde yerine getirilmesine, 15.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yasal Sınırın Üzerinde Alkollü Araç Kullanıldığından Sürücü Belgesinin Geri Alınması ve İdari Para Cezası Verilmesi İşlemlerinin İptali!


Danıştay 15. Daire Başkanlığı

2016/3092 E. 2017/181 K.

K. Tarihi: 12.01.2017

Mahkeme: İdare Mahkemesi

KONU: Davacının yasal sınırın üzerinde alkollü olarak araç kullandığından bahisle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 48/5. maddesi uyarınca sürücü belgesinin 6 ay süreyle geri alınmasına ve davacıya idari para cezası verilmesine ilişkin işlemlerin iptali istemi.

ÖZET: 2918 sayılı Kanunun 48. maddesinde, hususi otomobil kullanan araç sürücülerinin 0,50 promilin, hususi otomobil dışındaki araçların sürücülerinin ise 0,21 promil ve üzerinde alkollü olarak araç kullanamayacakları kurala bağlanmıştır. Davacının hususi otomobil olmayan ve 0,21 promil ve üzerinde alkol oranıyla kullanılamayacak araçlardan olan aracı 0,29 promil alkollü olarak kullandığı tespit edildiğinden, davacı hakkında tesis edilen işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, İdare Mahkemesi'nce dava konusu işlemin iptal edilmesi.

KARAR: .. İdare Mahkemesi'nin kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi'nce Üye ...'ın "dava konusu uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu" görüşüne karşılık, uyuşmazlığın görüm ve çözüm yerinin idari yargı olduğuna oyçokluğu ile karar verilerek ve dosyanın tekemmül ettiği görüldüğünden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin işin esasına geçilerek gereği görüşüldü:

Dava, davacının yasal sınırın üzerinde alkollü olarak araç kullandığından bahisle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 48/5. maddesi uyarınca sürücü belgesinin 6 ay süreyle geri alınmasına ve davacıya idari para cezası verilmesine ilişkin 26.03.2015 tarih ve ... sayılı işlemlerin iptali istemiyle açılmıştır. ... İdare Mahkemesi'nce; davacının sevk ve idaresinde bulunan aracın hususi kullanım amaçlı olduğu, hususi otomobiller için yasal alkol oranı alt sınırının 0,50 promil olduğu, trafik ekiplerince yapılan denetimde davacının yasal sınırın altında 0,29 promil alkollü olduğu tespit edildiğinden, dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmiştir. Davalı idare tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülen anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun "Tanımlar" başlıklı 3. maddesinde; otomobilin, yapısı itibarıyla, sürücüsü dahil en fazla dokuz oturma yeri olan ve insan taşımak için imal edilmiş bulunan motorlu taşıt olduğu belirtilirken, kamyonetin, azami yüklü ağırlığı 3.500 kilogramı geçmeyen ve yük taşımak için imal edilmiş motorlu taşıt olduğu ifade edilmiş, 48. maddesinde 6487 sayılı Kanunla yapılan ve 11.06.2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren değişiklikle; uyuşturucu veya keyif verici maddeleri almış olanlar ile alkollü olan sürücülerin kara yolunda araç sürmelerinin yasak olduğu, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla kollukça teknik cihazlar kullanılacağı, yapılan tespit sonucunda, 0.50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında, fiili bir suç oluştursa bile sürücü belgesinin altı ay süreyle geri alınacağı, bu kişilerin son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde ikinci defa alkollü iken araç kullanmaları halinde ise sürücü belgelerinin iki yıl süreyle, üç veya üçten fazlasında ise beşer yıl süreyle geri alınacağı, hususi otomobil dışındaki araçları alkollü olarak kullanan sürücüler bakımından promil alt sınırı 0.21 olarak uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

19.02.2014 tarihli 28918 sayılı Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin 97. maddesinde; Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile kanlarındaki alkol miktarı 0.50 promilin üzerinde olan hususi otomobil sürücülerinin ve kanlarındaki alkol miktarı 0.20 promilin üstünde olan diğer araç sürücülerinin karayolunda araç sürmeleri yasaktır. Trafik görevlilerince sürücüler her zaman alkol kontrolüne tabi tutulabilirler. Uyuşturucu veya uyarıcı madde kontrolü ise durumundan şüphe edilen sürücüler üzerinde yapılır. Trafik görevlilerince sürücülerin alkol oranlarının tespitinde aşağıdaki usul ve esaslar uygulanır: a) Sürücülerin alkol oranlarının tespitinde; tarih, saat ve ölçüm sonucu ile cihaza ait seri numarasını gösterir çıktı verebilen ve kalibrasyon ayarı yapılmış teknik cihazlar kullanılır. (...) ç) Yasal sınırların üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler ile teknik cihaz kullanılmasını kabul etmeyen ve bu nedenle hakkında işlem yapılan sürücüler araç kullanmaktan men edilir. (...) f) Teknik cihazla yapılan ölçüm sonucuna itiraz edilmesi durumunda tekrar ölçüm yapılmaz, yapılan işlemlere itiraz 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 27 nci maddesi kapsamında ilgili mahkemelere yapılır." kuralı yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; görevli polis memurlarınca 26.03.2015 tarihinde yapılan trafik denetiminde, kamyonet-panelvan cinsi araç kullanan davacıya yapılan alkol kontrolünde, davacının saat 00:06'da alkolmetre ile yapılan ölçümde 0,29 promil alkollü olduğunun tespit edildiği, bu tespit üzerine hususi otomobil dışındaki araçlar bakımından yasal sınır olan 0,21 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığından bahisle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 48/5. maddesi uyarınca sürücü belgesinin altı ay süreyle geri alınmasına ve 800,00 TL idari para cezası verilmesine ilişkin işlemlerin tesis edildiği, bakılmakta olan davanın bu işlemlerin iptali istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 48. maddesinde, hususi otomobil kullanan araç sürücülerinin 0,50 promilin, hususi otomobil dışındaki araçların sürücülerinin ise 0,21 promil ve üzerinde alkollü olarak araç kullanamayacakları kurala bağlanmıştır. Anılan maddede getirilen ayrım kullanılan aracın hususi otomobil olup olmamasına bağlı olarak getirilmiş olup, kullanım amacı hususi olmayan otomobil sürücüleri ile kullanım amacı hususi olup olmamasına bakılmaksızın otomobil dışındaki diğer araçların (kamyon, kamyonet ... ) sürücüleri bakımından 0,21 promil sınırının uygulanması gerekmektedir. Olayda, davacının kullandığı 33 ... 96 plakalı araca ait araç özet bilgileri formu incelendiğinde; aracın kamyonet-panelvan cinsi araç olduğu görülmektedir. Bu durumda; davacının hususi otomobil olmayan ve 0,21 promil ve üzerinde alkol oranıyla kullanılamayacak araçlardan olan aracı 0,29 promil alkollü olarak kullandığı tespit edildiğinden, davacı hakkında tesis edilen işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, dava konusu işlemleri iptal eden İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile ... İdare Mahkemesi'nin 12/01/2016 tarih ve ... sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/01/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

16 Eylül 2020 Çarşamba

HMK ve Diğer Bazı Kanunlarda Yapılan Değişiklik!

7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 28.07.2020 tarih ve 31199 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Değişiklik ile;
1) 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun
  • 116. maddesinin 1. fıkrasının c bendi yürürlükten kaldırılarak iş bölümü itirazı ilk itiraz olmaktan çıkarılmıştır.
  • 120. maddesinin başlığı “Harç ve gider avansının ödenmesi” şeklinde değiştirilmiş, maddeye “Taraflardan her birinin ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen delil avansına ilişkin 324 üncü madde hükümleri saklıdır” fıkrası eklenerek delil avansının dava açarken mahkeme veznesine yatırılması zorunluluğu kaldırılmıştır.
  • 149. maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla veya başka yerde duruşma icrası”
MADDE 149 – (1) Mahkeme, taraflardan birinin talebi üzerine talep eden tarafın veya vekilinin, aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden duruşmaya katılmalarına ve usul işlemleri yapabilmelerine karar verebilir.
(2) Mahkeme resen veya taraflardan birinin talebi üzerine; tanığın, bilirkişinin veya uzmanın aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden dinlenilmesine karar verebilir.
(3) Mahkeme, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerde ilgililerin, aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden dinlenilmesine resen karar verebilir.
(4) Mahkeme, fiilî engel veya güvenlik sebebiyle duruşmanın il sınırları içinde başka bir yerde yapılmasına, yargı çevresi içinde yer aldığı bölge adliye mahkemesi adalet komisyonunun uygun görüşünü alarak karar verebilir.
(5) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikte belirlenir.”
  • İstinaf yoluna başvurulabilen kararlar başlığı altında yer alan 341. maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“(1) İlk derece mahkemelerinin aşağıdaki kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir:
a) Nihai kararlar
b) İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar.”
2)7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna 73 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.

Dava şartı olarak arabuluculuk

MADDE 73/A – (1) Tüketici mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Şu kadar ki, aşağıda belirtilen hususlarda dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümler uygulanmaz:
a) Tüketici hakem heyetinin görevi kapsamında olan uyuşmazlıklar
b) Tüketici hakem heyeti kararlarına yapılan itirazlar
c) 73 üncü maddenin altıncı fıkrasında belirtilen davalar
ç) 74 üncü maddede belirtilen davalar
d) Tüketici işlemi mahiyetinde olan ve taşınmazın aynından doğan uyuşmazlıklar
(2) 7/6/2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18/A maddesinin onbirinci fıkrası tüketici aleyhine uygulanmaz.
(3) Arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması veya tarafların anlaşmaları ya da anlaşamamaları hâlinde tüketicinin ödemesi gereken arabuluculuk ücreti, Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanır. Ancak belirtilen hâllerde arabuluculuk ücreti, Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin eki Arabuluculuk Ücret Tarifesinin Birinci Kısmına göre iki saatlik ücret tutarını geçemez.
(4) Arabuluculuk faaliyeti sonunda açılan davanın tüketici lehine sonuçlanması hâlinde arabuluculuk ücreti, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre davalıdan tahsil olunarak bütçeye gelir kaydedilir.”
3) 5684 sayılı Sigortacılık Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 6 – (1) Bu Kanun uyarınca sigortacılık yapan kurum veya kuruluşlardan ya da Hesaptan talep edilecek tazminat alacağı ancak;
a) Alacaklı tarafından bizzat,
b) Alacaklının kanuni temsilcisi veya kanuni temsilcinin bizzat vekâlet verdiği avukat vasıtasıyla,
c) Alacaklının bizzat vekâlet verdiği eşi, çocukları, annesi, babası, kardeşleri veya avukatı vasıtasıyla,
takip edilebilir. Takip yetkisi, sigortacılık yapan kurum veya kuruluşlar ya da Hesap nezdinde yapılacak işlemleri kapsar.
(2) Tazminat alacağı, sadece hak sahibine veya avukatına ödenir ve birinci fıkrada belirtilen kişiler de dâhil olmak üzere hiç kimseye devredilemez.
(3) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumunca belirlenir.
4) 6/12/2018 tarihli ve 7155 sayılı Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci ve üçüncü cümleleri yürürlükten kaldırılmıştır.

6 Eylül 2020 Pazar

Yargıtay'dan emsal manevi tazminat kararı!

Çocuk parkının yanında bulunan aydınlatma direğindeki kaçak sebebiyle elektrik akımına kapılan çocuk, ambulansla hastaneye kaldırıldı. Yaralı çocuk, günlerce yoğun bakım ünitesinde tedavi gördü.
Çocuğun taburcu olmasıyla birlikte acılı aile, olayda sorumlu olan kurumların peşine düştü. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kapısını çalan acılı aile, mağdur çocuk için 30 bin lira, anne ve baba için de 10'ar bin lira manevi tazminat istedi.

Davayı kısmen kabul eden mahkeme; mağdur çocuk için 15 bin, anne ve baba için de 5'er bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti. Kararı davalı kurumlar temyiz etti.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, davacıların ekonomik durumlarının incelenmeden tutar belirlenmesinin yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle kararı bozdu. Mahkeme, mağdur çocuk için 5 bin lira manevi tazminat ödenmesi gerektiğine hükmetti. Kararı bu kez davacılar temyiz etti.

"TUTAR CAYDIRICI NİTELİKTE OLMALI"
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin emsal nitelikteki kararı geçtiğimiz günlerde taraflara tebliğ edildi. Kararda şöyle denildi: "Somut olayda, davacılar yararına manevi tazminat takdir edilmesi konusunda kazanılmış hak oluşmuştur. Mahkemece , anılan davacılar yararına oluşan kazanılmış hak ihlal edilerek manevi tazminat taleplerinin reddedilmesi kararın bozulmasını gerektirmiştir.

Manevi tazminat davalarında hükmedilecek para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Manevi tazminat davalarında, gelişmiş ülkelerde artık eski kalıplardan çıkılarak caydırıcılık unsuruna da ağırlık verilmektedir.

Gelişen hukukta bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde veya taksirli davranışlarda tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini ortaya koymakta; kişi haklarının her şeyin önünde geldiğini önemle vurgulamaktadır.

Bu ilkeler gözetildiğinde; asıl olan insan yaşamıdır ve bunu hiçbir değerin telafi etmesi olanaklı değildir. Burada amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek; öte yandan da zarar veren yanı da dikkat ve özen göstermek konusunda etkileyecek bir yaptırımla, caydırıcı olabilmektir.

Somut olayda,mağdur çocuk için takdir edilen manevi tazminatın miktarı da azdır. Mahkemece, olayın özellikleri değerlendirilerek hakkaniyete uygun bir manevi tazminat miktarı belirlenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi de isabetli değildir. Mahkeme hükmünün bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir."

YARGITAY'DAN EMSAL KARAR: 10 YILI GEÇEN NAFAKA ALACAKLARI SİLİNECEK!


İcra Hukuk Mahkemesi, şiddetli geçimsizlikten boşanan kadına nafaka ödenmesine hükmetti. Nafaka alacağını bir türlü tahsil edemeyen kadın, soluğu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde aldı. Eski kocası hakkında nafaka borcunu ödemediği için icra takibi başlattı.

Buna karşılık İcra Hukuk Mahkemesi'ne başvuran nafaka borçlusu koca, 10 yıllık zaman aşımı süresinin dolduğunu, takibin müşterek çocuğa velayeten açılması gerektiğini ve nafaka düzenli olarak ödendiğinden borcun bulunmadığını belirterek takibin iptalini talep etti. Mahkeme; nafaka alacağından doğan ilamın zaman aşımına uğradığı gerekçesi ile takibin iptaline karar verdi. Nafaka alacaklısı kadın kararı temyiz edince devreye Yargıtay 12. Hukuk Dairesi girdi. 10 yıllık zaman aşımına uğramış nafaka alacaklarının tahsil edilemeyeceğine vurgu yapılan Yargıtay kararında; "Türk Borçlar Kanunu'nun 156/2. maddesine göre, borç bir mahkeme kararına bağlanmış ise zaman aşımı süresi 10 yıldır.

Nafakaya ilişkin ilamlar, bir borcun veya bir hakkın varlığını belirten ilamlar gibi olmayıp, nafaka alacağı zaman geçtikçe borçlu zimmetinde tahakkuk edeceğinden, takip gününden geriye doğru on yıldan önce işlemiş olan nafaka alacağının zaman aşımına uğradığının kabulü gerekir. Buna göre Mahkemece, takip tarihinden geriye doğru on yıllık nafakanın istenebileceği gözetilerek bu yönden inceleme yapılmak suretiyle oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekir. Borcun zaman aşımına uğramadığının görülmesi halinde de zaman aşımı dışındaki diğer itiraz ve şikayet nedenlerinin incelenmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının bozulmasına oy birliği ile hükmedilmiştir" ifadeleri yer aldı.

YURTDIŞINDAN YAPILAN NOTER İŞLEMLERİ KOLAYLAŞTI!

Yurt dışında yaşayan vatandaşlara konsolosluklar aracılığıyla verilen noterlik hizmetleri, kurumlar arası gerekli entegrasyonun tamamlanmasıyla kolaylaştı.

Adalet Bakanlığından alınan bilgiye göre, yurt dışında yaşayan vatandaşlar ihtiyaç duydukları noterlik belgelerine artık çok daha hızlı ve güvenli şekilde ulaşabiliyor.

Yurt dışında yapılan işlemler uygulama öncesinde muhataplarına posta ve kargo gibi yollarla ulaştırılıyorken konsolosluklar ve Türkiye Noterler Birliği bilişim sistemi arasında sağlanan entegrasyon sonrasında yurt dışında yapılan işlemler için aynı anda yurt içinde bulunan noterliklerden örnek alınması mümkün hale geldi.

Yeni uygulamayla posta gönderilmesine gerek kalmaksızın yapılan işlemin örneği, yetkilendirilen kişi tarafından Türkiye'deki herhangi bir noterlikten alınabiliyor. Uygulamayla özellikle yurt dışında yaşayan vatandaşların Türkiye'deki işlemlerinin daha hızlı, güvenli ve kolaylıkla görülebilmesine olanak sağlanıyor.

Uygulama 6 Nisan 2019'dan bu yana devam ediyor. Uygulamayla yurt dışında yaşayan vatandaşlar bin 53 kalemde işlemlerini rahatlıkla gerçekleştirebiliyor. Adalet Bakanlığı yurt dışında yaşayan yaklaşık 10 milyon vatandaşı ilgilendiren bu uygulama ile ilgili olarak tanıtım çalışmalarına devam ediyor.

<https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/yurt-disindan-yapilan-noter-islemleri-kolaylasti/1537010>

1 Eylül 2020 Salı

YABANCI UYRUKLU ALACAKLININ İCRA TAKİBİ YAPMASI NETİCESİNDE TEMİNAT YÜKÜMLÜLÜĞÜNE UYULMAMASI SEBEBİYLE TAKİBİN İPTALİ TALEBİ!

 


T.C.

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

E. 2014/12188

K. 2014/15555

T. 29.05.2014

* TEMİNAT YÜKÜMLÜLÜĞÜNE UYULMAMASI SEBEBİYLE TAKİBİN İPTALİ TALEBİ ( Alacaklının Moritanya'da Kurulu Olduğu - Moritanya İle Türkiye Arasında Çok Taraflı veya İkili Anlaşmalarla ya da Fiili Mütekabiliyet Esasına Göre Muafiyet Olup Olmadığının Araştırılacağı/Bulunmaması Halinde Yeterli Miktarda Teminat Takdir Edilip Bu Teminatı Bloke Etmesi İçin Uygun Bir Süre Verileceği )

* YABANCI UYRUKLU ALACAKLININ İCRA TAKİBİ YAPMASI ( Yabancı Gerçek veya Tüzel Kişilerin Yargılama ve Takip Giderleriyle Karşı Tarafın Zarar ve Ziyanını Karşılamak Üzere Teminat Göstermek Zorunda Olduğu - Yabancı Uyruklu Kişinin Vatandaşı Olduğu Ülke İle Türkiye Arasında Karşılıklılık Bulunması Halinde Yabancı Kişinin Teminattan Muaf Tutulması Gerektiği )

* İCRA TAKİBİ YAPMANIN ÖN KOŞULU ( Teminat Hususunun Takip Yapmanın Ön Koşulu Olduğu ve Mahkemece Resen Gözetileceği - Yabancıların Yargılama ve Takip Giderleriyle Karşı Tarafın Zarar ve Ziyanını Karşılamak Üzere Teminat Göstermek Zorunda Olduğu/Yabancı Uyruklu Kişinin Vatandaşı Olduğu Ülke İle Türkiye Arasında Karşılıklılık Bulunması Halinde Yabancı Kişinin Teminattan Muaf Tutulacağı )

* MÜTEKABİLİYET ( Yabancı Gerçek veya Tüzel Kişilerin Yargılama ve Takip Giderleriyle Karşı Tarafın Zarar ve Ziyanını Karşılamak Üzere Teminat Göstermek Zorunda Olduğu - Yabancı Uyruklu Kişinin Vatandaşı Olduğu Ülke İle Türkiye Arasında Karşılıklılık Bulunması Halinde Yabancı Kişinin Teminattan Muaf Tutulması Gerektiği )

5718/m. 48

Lahey Sözleşmesi/m. 17

ÖZET : Borçlu, alacaklının yabancı uyruklu olması sebebi ile teminat yatırmadan takibe geçmiş olduğunu ileri sürerek takibin iptalini talep edilmiştir.

Türk mahkemesinde dava açan, davaya katılan veya icra takibinde bulunan yabancı gerçek ve tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı göstermek zorundadır. Türk hâkimi, yabancı davacının, davaya katılanın veya icra takibinde bulunanın vatandaşı olduğu ülke ile Türkiye arasında karşılıklılık (mütekabiliyet) var ise, bu kişiyi teminattan muaf tutacaktır.

Teminat hususu takip yapmanın ön koşulu olup, mahkemece re’sen gözetilmelidir.

Alacaklının Moritanya'da kurulu olduğu ve icra takibi yaparken bir teminat gösterilmediği beyan edilerek, alacaklı tarafından teminat gösterilmesi ve teminatın depo edilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Alacaklının tabiiyetinde bulunduğu Moritanya ile Türkiye arasında karşılıklılık esasına göre çok taraflı veya ikili anlaşmalarla yahut fiili mütekabiliyet esasına göre bir muafiyet olup olmadığı araştırıldıktan sonra, yok ise mahkemece, karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılayacak yeterli miktarda teminat takdir edilip alacaklı vekiline bu miktarı bloke etmesi için uygun bir süre verilerek teminat yükümlülüğünün yerine getirilmesine karar verilmesi gerekir. Muafiyet olmamasına rağmen takdir edilen teminat yatırılmaz ise takibin iptaline karar verilmesi gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Nezihe Deniz Güner tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Borçlu vekili tarafından icra mahkemesine yapılan başvuruda, borçlu hakkında rehnin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takiple ilgili olarak diğer itiraz ve şikayetleri yanında, alacaklının yabancı uyruklu olması sebebi ile teminat yatırmadan takibe geçmiş olduğu ileri sürülerek takibin iptali talep edilmiş, mahkemece borçlu vekilinin şikayetinin süresinde olmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

Türk Hukukunda kişilerin hak arama özgürlüklerini kullanmaları herhangi bir sınırlandırmaya tâbi tutulmamıştır. Ancak bazı istisnai durumlarda dava açan veya takip hakkını kullananın önceden belirlenen bazı özel yükümlülükleri yerine getirmesi şart koşulabilir. Bu istisnai şartlardan biri de teminat gösterme yükümlülüğüdür (cauta judicatum solvi).

Alacaklının takipte haksız çıkması halinde borçlunun uğrayacağı muhtemel zararların istenebilmesinin zor veya imkansız olacağı zannedilen bazı özel durumlarda kanun koyucu tarafından teminat gösterilmesi gerekli görülmüştür.

5718 sayılı MÖHUK madde 48/1'e göre; “Türk mahkemesinde dava açan, davaya katılan veya icra takibinde bulunan yabancı gerçek ve tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı göstermek zorundadır”. MÖHUK’ta teminat gösterme yükümlülüğü konusunda “yabancılık” ölçütü esas alınmıştır. Buna karşın davalının veya kendisine karşı takibe girişilen karşı tarafın vatandaşlığı, bu madde kapsamında da bir öneme sahip değildir.

MÖHUK madde 48/2’de ise; “Mahkeme, dava açanı, davaya katılanı veya icra takibi yapanı karşılıklılık esasına göre teminattan muaf tutar” hükmü yer almaktadır. Buna göre Türk hâkimi, yabancı davacının, davaya katılanın veya icra takibinde bulunanın vatandaşı olduğu ülke ile Türkiye arasında karşılıklılık (mütekabiliyet) var ise, bu kişiyi teminattan muaf tutacaktır. Karşılıklılık, iki devlet arasında imzalanan (iki taraflı) anlaşma veya iki devletin de taraf olduğu uluslararası (çok taraflı) anlaşma ile sağlanabileceği gibi, kanuni veya fiili karşılıklılık şeklinde de sağlanabilir.

Az yukarıda belirtilen anlaşmalardan biri de 1954 tarihli Hukuk Usulüne Dair Lahey Sözleşmesi olup, anılan sözleşmenin 17. maddesinde; âkit devletlerden birinde ikamet eden ve diğer bir devletin mahkemeleri huzurunda davacı veya müdahil olarak bulunan âkit bir devletin vatandaşlarından yabancı olmaları sebebi ile herhangi bir teminat istenemeyeceği düzenlenmiştir.

Öte yandan, anılan maddelerde öngörülen teminat hususu takip yapmanın ön koşulu olup, mahkemece re’sen gözetilmelidir.

Somut olayda borçlu, alacaklının Moritanya'da kurulu olduğunu ve aleyhlerine icra takibi yaparken MÖHUK 48 gereğince bir teminat göstermediğini beyan ederek, alacaklı tarafından ilgili yasa çerçevesinde teminat gösterilmesi ve teminatın depo edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

O halde mahkemece, alacaklının tabiiyetinde bulunduğu Moritanya ile Türkiye arasında karşılıklılık esasına göre çok taraflı veya ikili anlaşmalarla yahut fiili mütekabiliyet esasına göre bir muafiyet olup olmadığı araştırıldıktan sonra, yok ise mahkemece, karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılayacak yeterli miktarda teminat takdir edilip alacaklı vekiline bu miktarı bloke etmesi için uygun bir süre verilerek teminat yükümlülüğünün yerine getirilmesine karar verilmesi; muafiyet olmamasına rağmen takdir edilen teminat yatırılmaz ise takibin iptaline karar verilmesi gerekirken, bu prosedüre uyulmadan istemin süresinde olmadığından bahisle reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.05.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

27 Haziran 2020 Cumartesi

Damga Vergisi Tamamlanıncaya Kadar Takip İşlemlerinin Durdurulmasına Karar Verilemez!

T.C. YARGITAY 
12.Hukuk Dairesi 
Esas: 2008/5216 
Karar: 2008/7809 
Karar Tarihi: 15.04.2008 

ŞİKAYET DAVASI - YARGI İŞLEMLERİNDEN ALINACAK HARÇLAR ÖDENMEDİKÇE MÜTEAKİP İŞLEMLERİN YAPILAMAYACAĞI HÜKMÜNÜN DAMGA VERGİSİ HAKKINDA UYGULANAMAYACAĞI - DAMGA VERGİSİ TAMAMLANINCAYA KADAR TAKİP İŞLEMLERİNİN DURDURULMASINA KARAR VERİLEMEYECEĞİ 

ÖZET: İcra memurluğunca takip dayanağı belgenin damga vergisine tabi olduğu ve verginin yatırılmadığının veya eksik yatırıldığının düşünülmesi halinde yapılacak iş, durumu bir tutanakla tespit etmek ve vergi dairesine göndermekten ibaret olup, damga vergisi tamamlanıncaya kadar takip işlemlerinin durdurulmasına karar verilmesi doğru değildir. (488 S. K. m. 26) (492 S. K. m. 32) 

Dava: Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklılar vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: Karar: 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'nun 26. maddesi uyarınca, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 32. maddesinde öngörülen yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağına ilişkin düzenleme bu kanundan kaynaklanan harçlarla ilgili olup, anılan hükmün damga vergisi hakkında da uygulanacağına dair 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'nda herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda icra memurluğunca takip dayanağı belgenin damga vergisine tabi olduğu ve verginin yatırılmadığının veya eksik yatırıldığının düşünülmesi halinde yapılacak iş, 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'nun 26. maddesi uyarınca durumu bir tutanakla tesbit etmek ve vergi dairesine göndermekten ibaret olup, damga vergisi tamamlanıncaya kadar takip işlemlerinin durdurulmasına karar verilmesi doğru değildir. 

O halde Mahkemece şikayetin kabulü yerine yazılı gerekçe ile reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. 

Sonuç: Alacaklılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366. ve HUMK. 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 15.04.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.